27 Mart 2024 Çarşamba

MIDDLESEX

 


MIDDLESEX

Jeffrey Eugenides

2002

Çeviri: Solmaz Kamuran

Domingo Yayınları

6.Baskı - Mayıs 2017

605 sayfa


Nesilden nesile bir aile hikayesi.

Hikaye 1922’de başlıyor. Bursa’nın bir köyünde Yunan bir aile. Kurtuluş Savaşı sonrası aile köyde daha fazla yaşayamıyor. Aile dediğim de kız kardeş ve erkek kardeş. Anne baba ölmüş. Köyün nüfusu da azalmış. Barınamıyorlar artık burada.

İki kardeş ayrıca birbirine aşık. Bu aşktan çocukları oluyor. O çocuklardan birinin çocuğu hermafrodit doğuyor. Kitabın anlatıcısı da bu çocuk.

*

Desdemona Stephanides ve kendisinden bir yaş küçük erkek kardeşi Lefty.

İpekböceği kozahaneleri var. Kız kozalarla ilgileniyor, oğlan bunları Bursa’ya satmaya götürüyor. O arada batakhanelerde takılıyor.

1922’de Türkler Yunanlıları denize dökünce, ki yazarın tabiri de böyle “Yenilen Yunan ordusu denize doğru kaçıyordu.” Sf.50 İki kardeş köyleri Bithynios’u terk ediyorlar. İzmir’e (kitaptaki tabiriyle Smyrna) geliyorlar. Burada da büyük İzmir yangınına yakalanıyorlar. Çıkan karmaşada Fransızların arasına karışıp gemiye biniyorlar. Gemide birbirlerini tanımıyormuş, gemide tanışmışlar gibi davranıp evleniyorlar. Evet ensest.

Amerika’ya gidiyorlar. Desdemona’nın Amerika’daki kuzeninin evinde kalıyorlar. Kuzen bu sırrı saklayacağını söylüyor. Kuzenin kocası Zizmo biraz tekinsiz bir adam. Tekinsizliği sonra çıkacak ortaya.

Desdemona ve kuzeni kuzeni aynı anda hamile kalıyor. Zizmo kıskançlık krizi yaşıyor çocuğun kendisinden olmadığı şüphesiyle. (Bu şüpheye sebep olacak bir durum okumuyoruz kitapta.) Öfkeli Zizmo trafikte hız yapıp öldürüyor kendini.

İki kadın aynı dönemde çocuklarını doğuruyor. Desdemona bir erkek çocuk doğuruyor, adını Miltiades (Milton) koyuyorlar. Kuzeni kız çocuk doğuruyor, adı Theodora oluyor.

Desdemona ve Lefty’nin üç yıl sonra ikinci çocuğu oluyor. Kız olan bu çocuğun adını Zoe koyuyorlar.

Desdemona, zaman zaman kardeşiyle evlenmesi ve çocuk yapmasını düşünüp acı çekiyor. Her ne kadar herkes onları normal bir karı-koca sansa da Desdemona bazen bu büyük sır nedeniyle korkuyor. Bu korkudan ötürü daha fazla çocuğu olmasını istemediği için kocasıyla sevişmek istemiyor. Bu durum ilişkilerine zarar veriyor.

Lefty o sıralar bir bar işletiyor. 1929 ekonomik buhranı çıkıyor ve sıkıntı çekiyorlar. 1930’larda Lefty, Desdemona’ya çalış diyor.

Desdemona gazetede gördüğü ipek işçiliği iş ilanına başvuruyor. Burası salt bir ipek kumaş fabrikası değil aynı zamanda Müslüman bir tarikatın -İslam Ulusu- yeri. Tarikat lideri dolandırıcılıkla suçlanınca lider değişiyor ve artık kumaş değil emlak işine yöneliyorlar. Desdemona’nın da buradaki işi bitiyor. O güne kadar hiç görmediği, görmesinin yasak olduğu tarikat lideri hocayı da sonunda görüyor. Zizmo’ymuş. Evet, kuzeninin kocası. Aslında ölmemiş. Böyle bir yol seçmiş kendine. Bir daha da Zizmo’yu görmüyor. Ancak gazetelerde rivayetleri çıkıyor o kadar. (Tarikatın yıllar sonra yeni lideri Malcolm X olmuş.)

Desdemona hamile kalmamanın yolu olarak tüplerini bağlatmayı öğreniyor ve bunu yaptırıyor aile doktorlarına. (Aile doktorları da İzmir’den beraber geldikleri, tüm ailesini İzmir yangınında yitirmiş, Atatürk’e de hizmeti bulunmuş bir Yunan doktor.)

*

Yıl 1944. Çocuklar büyüdü, Milton 20 yaşında. Komşu kızı Tessie’ye aşık. Evleniyorlar. İlk çocukları Chapter Eleven ve 1960’da ikinci çocukları Callie doğuyor. İşte Callie kitabın anlatıcısı. Kız çocuk olarak dünyaya geliyor, on dört yaşında hermafrodit olduğu ortaya çıkıyor ve sonra erkek oluyor.

*

Desdemona ve Lefty yaşlanıyor. Lefty önce ölüyor. Desdemona huysuzlaşıyor, oğlu ve gelini ona bakıyor.

*

1970’li yıllar. Callie’nin okul arkadaşları ergenliğe girdi. Callie’de ise hala bir değişiklik yok.  

Chapter üniversite okuyor. Sosisçi zincirleri olan babasının paradan başka bir şey düşünmediğini, işçileri sömürdüğünü söyleyip gidiyor, ailesi ile iletişimi yok denecek kadar az oluyor.

Callie, kendisinde diğer kız arkadaşlarının yaşadığı değişimleri değil ama başka tür değişimleri hissediyor. Okulda bir kızdan hoşlanıyor. “Nesne” adı vererek anlatıyor kızı, kızın  adına halel gelmemesi ve de hislerine anlam verememesi nedeniyle.

*

Callie ve ailesi bir ara Türkiye’ye gitme planı yapıyorlar köklerini görmek için ama 1974 Kıbrıs Harekatı oluyor, gitmiyorlar. Bu dönemde Amerika’nın Türkiye’ye yardım ettiğini düşünüp Amerikan hükümetine kızıyorlar.

*

Callie, Nesne’nin ağabeyi ile cinsel ilişki yaşıyor, ama ağabey sarhoş olduğu ve de ortam karanlık olduğu için bir şey göremiyorlar. Callie’nin hoşuna gitmiyor bu ilişki. Nesne ile tensel yakınlaşmalarından daha memnun oluyor.  

Bir gün trafik kazası geçiren Callie doktorların muayenesinde öğreniyor durumundaki tuhaflığı.

Bu konuda en ünlü ve başarılı seksolog tarafından inceleniyor on dört yaşındaki Callie. Hermafrodit olduğu anne babasına açıklanıyor. Doktor, kız gibi büyütüldüğü için hormon tedavisi ve estetikle kız olarak hayatına devam etmesini uygun buluyor. Ama hiç adet olamayacak, bebeği olmayacak, belki cinsel zevk de alamayacak. Callie doktorun raporunu okuyunca hayatına erkek olarak devam etme kararı alıyor. Ailesini üzmemek için onlara mektup yazıp evi terk ediyor. Batakhanelere düşüyor, kendisi gibi olanlarla tanışıyor. Bir gün polis, çalıştığı mekanı basıyor. Ailesini arıyor Callie, aradan dört ay geçmiş. Ağabeyi onu almaya geliyor ve Callie öğreniyor ki babası ölmüş.

*

Milton’un kız kardeşi Zoe, bir peder ile evli. Peder Mike. Aslında Peder Mike, Tessie’yi seviyordu, onunla evlenmek istiyordu ama Milton evlendi Tessie ile. Peder Mike da Milton’un kız kardeşi Zoe ile evlendi. Zoe kocasını hep Milton ile kıyasladığı, onun kadar zengin olamadığı için küçümsüyor. Karısı tarafından sürekli aşağılandığı bir evlilik yaşıyor Peder Mike.

Callie evi terk ettikten sonra Milton ve Tessie deli gibi üzülüyor tabii. Arıyorlar, ellerinden geleni yapıyorlar ama bir netice alamıyorlar.

Milton bir gün fidye karşılığı kızını bırakacağını söyleyen bir telefon alıyor. Kimseye söylemeden gidiyor. İstenen parayı bırakıyor ve bir bakıyor ki Peder Mike. Böyle bir şerefsizlik yapmış adam para için. Kız yok tabii bu arada ortada. Milton ve Peder Mike arasında arabayla kaçma kovalamaca yaşanıyor. Milton bu sırada kaza geçirip ölüyor.
Peder Mike yakalanıp itiraf ediyor. (Karısı boşanıyor tabii sonra ondan.)

*

Artık Cal adını kullanan Callie, ağabeyinin onu karakoldan eve getirmesiyle evine kavuşuyor. Babalarının cenaze töreniyle bitiyor roman.

Cenaze töreni günü büyükanne Desdemona artık yatalak ve bazı şeyleri hatırlayamıyor. Cal’i görünce ona anlatıyor kardeşiyle evlendiğini. Cal da bu sırrı saklıyor. En azından 1980’de Desdemona ölene kadar. Sonra da kitapta okuyoruz yaşananları.

*

Böyle kuşak hikayelerini severim. Bu aile aktarımlarını ilginç buluyorum. Bir de işin içinde Türkiye var, bildiğimiz yerler, daha da ilginç.


25 Mart 2024 Pazartesi

SAHİLDE KAFKA

 

SAHİLDE KAFKA

Haruki Murakami

2002

Japonca aslından çeviren: Hüseyin Can Erkin

Doğan Kitap

611 sayfa


Yine manyak munyak bir Haruki Murakami kitabı. Ne anlatıyor, ne anlatmak istiyor, neyi nereye bağlıyor, ben var hiç anlamamak.

*

İki ana karakter var.

Biri on beşinci yaş gününde evden kaçan Kafka Tamura.

Diğeri kedilerle konuşan, aklı az, yaşlı adam Nakata.

Birbirleriyle ilgisi olmayan iki yabancı, sonra bir ortak noktaları oluşuyor ama çok da anlam veremedim bu ortak noktaya.

*

Kafka Tamura.

On beşinci yaş gününde evinden ayrılarak uzak bir şehre kaçan, orada küçük bir kütüphanede yaşamaya başlayan çocuk.

Bindiği otobüste bir kız Tamura’ya yanaşıyor. Kızın adı Sakura. Tek başına yolculuk eden kız, yanına garip bir tip oturur diye endişe ediyormuş, Tamura garip birine benzemiyor diye onun yanına oturuyor. Kız, senin yaşında kardeşim var ama görüşmüyoruz diyor. Tamura’nın da bir ablası varmış görmediği. Ablam bu kız olabilir mi diye geçiyor aklından.

Tamura kütüphanede biraz vakit geçirip sonra oteline gidiyor.

Bir gün kendini bir ağaç altında buluyor. Ne olduğunu hatırlamıyor, üç-dört saat bilinci gitmiş. Bir şeyi çalınmamış ama üstünde kan lekeleri var ve bu kan kendisine ait değil. Sakura’yı arayıp ondan yardım istiyor. Sakura’nın evine gidiyor.


Sakura, Tamura rahat etsin diye kendi yatağına alıyor onu. Abla kardeş gibi yatacaklardı sözde ama Tamura sertleşiyor. Sakura, ona iyilik olsun diye Tamura’nın sertleşen organını indiriyor, masaj gibi, rahatlasın diye.


Kafka Tamura anlatıyor, annesi ve ablası o dört yaşındayken Tamura’yı terk etmiş. Tamura babasıyla yaşamaya başlamış. Ablası evlatlıkmış.


Sonraki gün Sakura’ya teşekkür mektubu yazıp oradan çıkıyor Tamura.
Kütüphaneye gidiyor. Kütüphaneci Oşima onun kütüphanede kalmasına izin veriyor. Bu izin için önce kütüphane müdürü Saeki Hanımla görüşüyor.

Saeki Hanım esrarengiz bir kişilik. Küçüklüğünden beri bir sevgilisi varmış, kütüphanenin de sahibi olan ailenin oğluymuş sevgilisi, birbirlerini çok severlermiş. Oğlanın adı da Kafka Tamura imiş. Evet bizim oğlanın ismi. Oğlan, üniversite için Tokyo’ya gitmiş, kız kendi şehrinde üniversite okumuş. Hasretinden bir beste yapmış kız, bestenin adı “Sahilde Kafka” Çok tutmuş bu beste. Sene 1970’ler. Bir de resmini yapmış yine aynı adla. Oğlan öğrenci olaylarında ölmüş. Kız çok üzülüp ortadan kaybolmuş. Yıllar sonra geri dönmüş, eskiden çocuğun evi olan kütüphanede çalışmaya başlamış.


Tamura da kütüphanede çalışmaya başlıyor. Oşima ile muhabbetleri sıklaşıyor. Öğreniyor ki erkek sandığı Oşima aslında kadınmış. Kadınmış ama erkek psikolojisindeymiş. Gay değilmiş, erkeklerden hoşlanıyormuş, vajinasını kullanmıyormuş cinsel ilişkide, anüsten ilişki yaşıyormuş, memesi yok denecek kadar küçükmüş.


Tamura bir gün gazetede bir haber görüyor. Ünlü heykeltıraş evinde ölü bulundu, diye. Bahsi geçen kişi Tamura’nın babasıymış.

Tamura bilincini kaybedip uyandığında tişörtünü kanlı bulduğu gün bunu yapmış olabileceğini düşünüyor, fiziksel olarak değil ama rüyasında bir şekilde belki. Üzülmüyor babasının öldüğüne.

Babası ona küçükken demiş ki bir gün babanı kendi ellerinle öldürecek, anne ve ablanla çiftleşeceksin.


Tamura, kütüphane müdürü Saeki Hanım’ın kendi annesi olabileceğini hissediyor. Saeki’nin on beş yaşındaki genç kız halinin hayaleti gözüküyor Tamura’ya ve ona aşık oluyor. Saeki Hanım uyurgezer halde gelip Tamura’yla sevişiyor. Bir varsayım olarak Siz benim annemsiniz, babamla tanışıp evlendiniz, ben doğdum, gittiniz, babam sizi geri döndürmeye çalıştı, dönmediniz, benimle sevişir misiniz, diyor ve sevişiyorlar.

Tamura sonra ablası olarak gördüğü Sakura ile rüyasında sevişiyor.

Yani babasını öldürdü, annesiyle yattı, ablasına tecavüz etti. Bunları yaparak babasının lanetini üzerinden atabileceğini düşündü herhalde.

Nakata bir gün Oşima’nın ormandaki kulübesindeyken iki asker gelip onu alıyor. Bir köye götürüyorlar. Köyde on beş yaşındaki Saeki karşısında. Sonra güncel yaşında çıkıyor karşısına ve ben senin annenim diye itiraf ediyor. Terk ettim, kaybedersem, elimden alınırsa korkusuyla ben terk ettim, affet, git, Sahilde Kafka resmini de al, diyor ve ortadan kayboluyor.

Tamura ormandan ayrılıyor. Kütüphaneye gidiyor. Oşima, Saeki Hanım’ın öldüğünü söylüyor. Resmi alıyor Tamura. Polise her şeyi anlatacak ve okuluna devam edecekmiş.

Tamura’nın iç sesi olduğunu düşündüğüm Karga adlı karakter, doğru yaptın diyor Tamura’ya.  “Uyu, gözlerini açtığında yeni bir dünyanın parçası olacaksın”

“Gözlerini açtığında yeni bir dünyanın parçası oluyorsun.” diye bitiyor kitap.

Rüya değildi inşallah tüm olanlar.

*

Şimdi gelelim Nakata’nın bölümüne.

Kitapta bir parça Tamura, bir parça Nakata anlatılıyor.

*

Nakata


1944 yılında bir sınıf çocuk dışarıda uygulamalı açık hava dersine çıkmış. Savaş dönemi, kıtlık var, çocuklar dağda mantar, sebze vb arıyor.

Bu sırada bir uçak geçmiş çok yüksekten. Sonra da çocuklar birer birer bayılmış. Çocuklar sonra kendilerine gelmiş ama bir şey hatırlamıyorlar. Doktor bakmış anormal bir durum yokmuş çocuklarda. Sadece bir tanesi ayılmamış, hastaneye götürülmüş, sonra askeri hastaneye, bir daha dönmemiş çocuk okula, kimsenin bir daha haberi olmamış o çocuktan.

Bu olaydan yıllar sonra öğretmen, konuyla ilgili profesöre mektup yazıyor. O zaman söylemediği bir eksiği anlatıyor. Öğretmen çocukları Tastepe’ye götürmeden önceki gece rüyasında askerdeki kocasıyla sevişmiş. Çocuklarla dağdayken de bu rüyanın etkisindeymiş. Sonra regl olmuş. Yanındaki mendillerle idare etmeye çalışmış. Öğrencilerden Nakata öğretmenin kanlı mendilini bulup sopanın ucunda getirmiş. Öğretmen sinirlenmiş ve onu dövmüş. Diğer çocuklar da bunu görmüş. Öğretmen sonra pişman olup Nakata’dan özür dilemiş. Ardından tüm çocukların bayılması olayı yaşanmış. Hiçbir çocuk bunu hatırlamıyormuş. Öğretmen o dönem bunu anlatamamış askerlere, utanmış.

O çocuk Nakata altmış yaşında karşımıza çıkıyor bir kedi ile konuşurken.

Nakata kendisini aptal sanıyor. Yıllar önce bayılmış, ayıldığında artık aptal olmuş, öyle demişler. Hiçbir şey hatırlamamış. Anne babası ölmüş.

Nakata kayıp kedileri bularak geçimini sağlıyormuş. Kedilerle konuşabildiği için bu işi iyi yapıyormuş.

Nakata, kayıp bir kedinin izini sürerken kedinin  en son boş bir arazide görüldüğünü, bir adamın o arazide kedi yakaladığını öğreniyor. Adama ulaşıyor Nakata. Adam kendisini Johnie Walker olarak tanıtıyor. Evet viski markası olan. Johnie Walker.

Adam, Nakata’ya içi kedi kafalarıyla dolu buzdolabını gösteriyor. Bu adam kedi kafalarından koleksiyon yapıyormuş. Amacı kedi ruhlarını toplamakmış. Topladığı kedi ruhlarıyla özel bir kaval yapıyor, bu kavalı çalarak daha büyük ruhları topluyor ve daha büyük kaval yapıyormuş. En sonunda evreni kaplayacak bir kaval yapmayı istiyormuş.

Adam, Nakata’dan kendisini öldürmesini istiyor. Bu hayattan bıkmış, bunları yapmak zorunda olmaktan. Nakata kabul etmiyor. Adam onu öfkelendirmek için onun gözü önünde önceden yakaladığı kedileri öldürüp yüreklerini yiyor, kafalarını kesiyor. Nakata dayanamıyor ve adamı öldürüyor. Öldürdüğü bu adam Tamura’nın babasıymış.

Bayılan Nakata, gözünü açtığında boş bir arsada buluyor kendisini ve artık kedilerin ne dediğini anlamıyor.

Karakola gidip adam öldürdüğünü itiraf ediyor. Her şeyi olduğu gibi anlatıyor ama polis onun deli olduğunu düşünüp inanmıyor, inanmış gibi yapıp onu gönderiyor. Nakata polise yarın gökten balık yağacak, diyor. Polis yine inanmıyor. Ama hakikaten ertesi gün gökten balık yağıyor. Sonra gerçekten evde öldürülen bir adamın cesedi bulunuyor. Polis pişman oluyor onu ciddiye almadığına ama kimseye de bir şey söylemiyor.

Nakata şehirden ayrılıyor. Onu alan kamyonculardan biri olan Hoşino da ona eşlik ediyor. Merak ediyor ihtiyarın nereye gideceğini. Nakata “giriş taşı”nı bulmalıymış, öyle his geliyor ona.

Hoşino’nun karşısına bir gün Albay Sanders kılıklı bir adam (KFC maskotu) çıkıyor, Hoşino’ya bir kadın öneriyor, sonra da onu bir tapınağa götürüp giriş taşını gösteriyor.

Taşı alan Hoşino, otelde uyuyan Nakata’nın başucuna koyuyor taşı. Taşı kaldırınca bir giriş açılıyor. Ama bir değişiklik olmuyor hayatlarında.

Nakata, içinden geldiği gibi etrafta dolaşıyor, gördüğü zaman orası olduğunu anlayacağı bir yeri arıyor. Ve Komura Kütüphanesinin önünde durunca aradığı yerin burası olduğunu anlıyor. Saeki Hanımı görünce onunla konuşmak istiyor. Saeki Hanım onu beklermiş gibi anılarını yazdığı kağıtları Nakata’ya verip onları yakmasını istiyor. Sonra da ölüyor Saeki.

Kağıtları yaktıktan sonra da Nakata ölüyor.

Hoşino giriş taşıyla ne yapacağını bilemediğinden bir süre Nakata’nın ölü bedeninin yanında kalıyor. O sırada cama gelen bir kedinin kendine merhaba dediğini anlıyor. Kedi, Hoşino’dan bir şeyi öldürmesini istiyor. O şeyi görünce anlarmış, giriş kapanmadan öldürmeliymiş. Sonra Nakata’nın ağzından bir yaratık çıkıyor. Giriş taşını kaldırınca yaratık ölüyor. Hoşino, Nakata’nın ölü bedeni ile vedalaşıp gidiyor.

*

Tamura ve Nakata’nın ortak noktası Tamura’nın babası (niyeyse Johnie Walker  kılıklı, kedi kesen) ve annesi Saeki Hanım.

Hikaye olarak ilginç, delice ama konuların arasında bağlantı kurmak ve mantıklı bir zemine oturtmak mümkün olmadı bende. Tüm bunların sebebi ne, ne anlatılıyor, ne mesaj veriliyor… Anlayamadım. Birtakım deli saçmaları okumuşum gibi hissediyorum.

18 Mart 2024 Pazartesi

DERZ

 

DERZ

İki Roman Arası Öyküler

Hakan Günday

2023

Doğan Kitap

1.Baskı-Eylül 2023

204 sayfa

Hakan Günday’ın başta OT dergisinde olmak üzere çeşitli mecralarda yayımlanmış hikaye ve kısa yazıları yer alıyor. Romanlarından tanışık olduğum karanlık tarz buradaki yazılarda da mevcut. Kimisini ilginç buldum kimisini eh işte.

 İşte o yazılar:


İLK
Islahevinde çocuklar öğretmene şantaj yapıyorlar. Öğretmen, çocuklardan birinden dışarıdaki birini öldürmesini istemiş. Bu bilgiyi saklamak karşılığında çocuklar öğretmenden dışarıda kar topu oynamaya izin vermesini istiyorlar. Ya kar topu oynamamıza izin verirsin ya da birini öldürttüğünü söyleriz.

REYON

Kadın ve adam iletişim sorunu yaşıyorlar. Kadın bu sorunu aşmak için adamın kişisel gelişim kitabı okumasını istiyor. Kadının çok sevdiği bir kişisel gelişim kitabı var. Onu tavsiye ediyor.  Ama sonra anlıyoruz ki o kitap aslında yanlışlıkla kişisel gelişim reyonuna girmiş, aslında tarih kitabıymış.

İMPARATORLUK ÖZEL KALEM MÜDÜRLÜĞÜ’NÜN DİKKATİNE
Vatandaşın biri kendisinin bir insan değil ülke için bir hammadde olduğunu düşünüyor. Bu aydınlanmayı yaşayıp yetkililere bu durumunu anlatan bir mektup yazıyor. 
(Bu arada başlıkta "...Müdürlüğü'ne" diye kesme işareti ile ayrılmış ama ayrılmaması lazım. Çünkü TDK'ya göre kurum, kuruluş, birleşim, oturum ve iş yeri adlarına gelen ekler kesme işareti ile ayrılmaz.  

GİRİŞ-GELİŞME-ÇIKIŞ
Bilgisayar oyunu oynamaya kendini fazla kaptırmış bir beyaz yakalı çalışan,  bilgisayarda  daha önce oynadığı oyunlarda öldürdüğü adam ve kadınları karşısında görmeye başlıyor, "ilahi dijital adalet" diyor buna. Biri de kendisini bilgisayar oyunundaki gibi takip edip öldürsün istiyor.

GASP
Haylaz bir çocuk, Amerika’daki bir hapishanede bulunan bir mahkumla mektup arkadaşlığı yapıyor. Ona annesinin fotoğraflarını kendisininmiş gibi gönderip adını da Melisa olarak tanıtıyor, bu bilgilerle aşk mektupları yazıyor. Adam hapisten çıkıp Türkiye’ye geliyor. Kandırıldığını anlayınca çocuğun anne babasını öldürüyor. Yalnız yanlış anlaşılmayı öğrenen babanın madem buraya kadar geldin, çocuğuma İngilizce öğret istersen ücreti karşılığı, demesi yok mu?

DÜNYANIN İLK KLON DEVLET BAŞKANI VE İÇ BURKAN DRAMI
Yıllar önce bir toplumsal olayda sıkılan gaz nedeniyle olaya katılanlarda çeşitli etkiler görülmüş. Cilt renkleri değişmiş ve o olaydaki yaşlarına dönüp sonra da ölümsüz hale geleceklermiş. Bunu duyan devlet başkanı da o gazı içine çekiyor ölümsüz olmak için ama onda bir etki yaratmıyor. Çünkü adam klonmuş.

DEFA
Dokuz yaşındaki İsa'nın kısa hikayesi. Annesini öldürüyor ve daha bir sürü kişiyi.

CİHAZ
Adamı arıyorlar, babanız öldü diye haber veriyorlar. Adam, babasıyla otuz yıldır görüşmüyormuş, kendisini terk eden babayı niye görsün? Umursamıyor babasının ölüm haberini ama önemli bir detay var. Babasının içine yerleştirilen kameralı kapsülle görülmüş ki adamın içinde cennet gibi görüntüler var. Doktorlar, oğlunun da içine bakmak istiyorlar belki onda da vardır diye. Oğlan inanmıyor, alet bozuktur diyor. 

LİSAN-I MÜNASİP
Öğrendiği yabancı dilde kitaplar okuyan çocuk, bazı devlet adamlarının yolsuzluk yaptığını öğreniyor. Aralarında babası da var. Hepsinin huzurunu kaçırıyor çocuk. Sonra da çocuğun huzurunu kaçırıyorlar.

MADDİ HALLER CETVELİ
Maddenin düşünce hali, aşk hali, rüya hali... vb bir liste yapmış yazar.

FORTUNA

Yıllar sonra kızını ilk defa görmeye giden bir babanın heyecanı anlatılıyor. Ama baba heyecandan konuşamıyor kızının karşısında.

SONRA
Bir Ermeni ve bir Türk çırak var. Arkadaşlar. Ermeni olan yurt dışından gelen bir mektupta Ermeni soykırımından bahsedildiğini okuyor. İlk defa öğreniyor bunu. Türk arkadaşına soruyor. Türk çırak da bu konuyu ilk defa duyuyor ve inanmıyor. Bunun gerçek olup olmadığını öğrenmek için araştırmaya koyuluyorlar, tam da o sırada Hrant Dink’in öldürüldüğü haberi geliyor.

MEKİK
Kasaba halkı aralarında para toplayıp çalışkan bir öğrenciyi okumaya yurt dışına gönderiyorlar. Ama çocuk kumarda tüm parasını kaybediyor ve bir daha ondan haber alınamıyor. Sonra kasabalılar başka bir çocuğu para toplayıp okumaya gönderiyorlar. Uzaya mekik fırlatır gibi yurt dışına çocuk gönderiyorlar. Bir gün belediye başkanı halktan para istiyor, lise yapmak için. Aramızda para toplayalım, lise yapalım, diyor. Bir vatandaş, öğrenmeni de mi aramızda toplayacağız, diye sorunca belediye başkanı sinirleniyor, kim onu soran, diyor. Yıllar önce okumaya gönderilen ve kendisinden haber alınamayan gençmiş soran.

UYKUDA BÜYÜMEK
Uykusunda mektup yazan insanlar ve varlıklar anlatılıyor. Tüm nefretlerini kusuyorlar mektuplarda ama mektupların sonunu mutlaka ailene selam ederim, hürmetler, saygılar diye bitiriyorlar.

SİYASET AKADEMİSİ 12.DÖNEM SÖZLÜ SINAVI
Siyasetçi olmak için sınava katılan gence Rene Megritte’in pipolu resmini gösterip burada pipo yok demesini istiyorlar. Genç diyemiyor, pipo var ama resim olarak var… deyip duruyor. Yalan söyleyemediği için siyasetçi olamayacağına karar veriliyor.

ERYTGROXYLON COCA

Kokain komasında ölen 22 yaşında bir delikanlı anlatılıyor. Son sözlerinde bir paketten ve paketi kırmızı gömlekli bir kıza verdiğinden bahsediyor.

09.32
Şehirle konuşan bir adam var burada. Diyalog çok sevimli ilerlemiyor. Adamın görevi bütün gün pencere başında şehri izlemek. Vatan borcuymuş bu. Adamın şehre bu kadar uzun bakınca intihar edesi geliyor.

CEHENNEMDE BİR GÜN
Hayatını cehennem olarak değerlendiren bir öğrencinin bir günü listelenmiş. Birilerini dövmek, tekmelemek, linç... Günü böyle.

COPLUM
Adamın gözünde cop çıkmış. Polis copu. Tıpçılar ilk kez görüyor bu durumu, anlamıyorlar. Gözünde tüm değerler normal gözüküyor. Nazardan olabilir, diyor hasta. Bir keresinde bir eylemde polis gözüne biber gazı attı diye gözünü kaybeden arkadaşıyla dalga geçmiş, ne işin var eylemde, polis bile bile biber gazı atar mı gözüne, kaşınmışsındır, demiş. Belki onun nazarı değmiştir diye düşünüyor.  Neticede tedavisi yokmuş. Bu şekilde yaşayacak.

DOĞMADAN ÖNCE MUTLAKA YAPILMASI GEREKEN 10 ŞEY
Ölmeden önce yapılması gereken 100 şeyleri listelemiş. Görülmesi gereken 10 yer, yenmesi gereken 10 yemek gibi

GEM
Uyku sorunu yaşayan ünlü bir kadın bir uyku merkezine yatıyor. Merkezde kadının hayranı olan bir çalışan onu izliyor. Ünlü kadın "Reyhan beni affet!" diye sayıklıyor uykusunda. Hayran çalışan, kadına "Ben Reyhan seni affettim." diyor kadın rahatlasın diye. Kadın uyandığında Reyhan’ın öldüğünü hatırlıyor.

KALDIRIM MAHKUMU
Sokakta yaşlı ve fakir bir amca intihar etmek için bir kamyonun önüne atlamaya hazırlananıyor. Yapamıyor. Onu gören çocuk yardım etmek istiyor, annesi izin vermiyor. "Ona bakma o cezalı. Siz sınıf başkanı seçiyorsunuz ya, o başkanın size kötü davrandığını ve bir daha seçim yapılmasına izin vermediğini düşün. Bu adam da öyle yaptı. Sonra sınıf ona isyan etti, seni artık istemiyoruz dedi. Onu yargıladılar ve ceza olarak kötü davrandığı insanların arasına koydular." diyor. 

MAHŞERİN DÖRT ATLISINDAN BİRİ OLAN ÖLÜMÜN ATINI ÇALIP KAÇAN İKİ DELİNİN SON SÖZLERİ
İki hırsız bir at çalıyorlar. Atın alnına boynuz yapıştırıp unicorn diye satmak istiyorlar. At ışınlanırcasına hareket ediyor. Sonra atın gerçek sahibi geliyor. Sahibi ölüm imiş. Hırsızlara 5 dakika zaman tanıyor canlarını almadan önce. Hırsızlar esniyor, esnerken ölen kimse olmaz diye, esneyerek ölümü oyalamaya çalışıyorlar.

TOPLUM İNŞASI VE MÜHENDİSLİĞİNDE BİR YALITIM MALZEMESİ OLARAK İNSAN ETİ KULLANIMINA İLİŞKİN KILAVUZ
İnsanları borçlandırın, itaatkar olmalarını sağlayın… gibi kapitalist tavsiyeler içeren bir anlatı

TRİYALOGLAR
Anne-baba-çocuk, ben,sen,biz,  cennet-cehennem-Araf... gibi üçlemelerin birkaç cümlelik diyalogları. Pardon triyalogları

ÜST DÜZEY YAZIŞMALAR
Köpekle insanlar arasında mektuplaşmalar. Köpek, insanların birbirlerini öldürmeleri nedeniyle oluşan kan kokusundan rahatsız. İnsanlar da köpeğin rahatsızlığını dile getirmesinden rahatsız. Köpek son mektubunda insanlara yanarak ölmeyi öneriyor. İnsanlar da kabul ediyor.

İSİMSİZ
Hiçbir dünyalı bu dünyaya dayanamaz ya da katlanamaz ya da yalan söyler ya da küfreder… ya da şu bu diye başlayıp ve dener ve yanılır ve yazar ve dayanır diye biten paragraf uzunluğunda tek bir cümle.

SÜRDÜRÜLEBİLİR KÖTÜLÜĞÜN TEMEL ŞARTLARI
-Tek doğru bilgiye karşılık on yanlış bilgi yaymak.
-Ülkenin her bir yurttaşını dev bir çetenin üyesi yapmak
... gibi şartlar sıralanmış. Otorite sorgulayan ifadeler yer alıyor. 

HAVA
Savaştan ve katil olmaktan korkan biri ve gelecekten genel olarak korkan başka birinin iletişim çabası anlatılıyor öyküde. Sonunda bir bombayla havaya uçuyorlar.

BİR KİNYAS VE KAYRA ÖYKÜSÜ
Kinyas ve Kayra cünatet işlemeye karar veriyorlar. Kayra kolayca yapıyor. Felçli bir yaşlı adamı uykusunda yastıkla boğuyor. Kinyas da kendisini gasp eden bir adamı öldürüyor. Ama Kayra kadar rahat olamıyor. Peşinde olduklarından, yakalanacağından, tutuklanacağından, linç edileceğinden korkuyor.

ŞEY
Adam yirmi adamla birlikte bir kadına tecavüz etmek suçlamasıyla polis karşısında. Kadın fahişe, adam da kadınla anlaşmış ama onu otele götürmek yerine tekinsiz bir sokağa götürmüş, başka adamlar çağırıp kadına tecavüz etmiş. Niye? Çünkü başka türlü kalkmıyormuş.

AÇIKÇASI SENİ TAM OLARAK HATIRLAMIYORUM
20 yaşına mektup. Geleceği değil şimdi kim olduğunu anla ve hatırla... tavsiyeleri içeriyor.

ZERRE
Aynı kadına aşık iki adam, biri diğerini öldürmek üzereyken şehre bombalar yağıyor.

SAFKAN İNSAN
Adam birini öldürecek. Öldüreceği adamın hayatta olmasını diliyor. Hayatta kal ki öldüreyim, diye anlatıyor.

*

Görüldüğü üzere yazarın siyasi eleştirileri ve tecavüz ile cinayet fantezilerinden oluşan birtakım ömür törpüsü yazılar. 

8 Mart 2024 Cuma

ZAMİR

 


ZAMİR

Hakan Günday

2021

Doğan Kitap

1.Baskı – Ekim 2021

368 sayfa

 

Hakan Günday’ın savaşlar ve barışlar hakkında “bakın ben neler biliyorum?” diye avaz avaz haykırdığı bir kitap. Hem gerçek tarih hem kurmaca tarih olarak bol bol bilgiye boğuyor. Romanın didaktik kısmı kurgu kısmından daha yoğun. Bu tarzı en çok Zülfü Livaneli’de gözlemliyorum ve sevmiyorum. Yetişkin bir okur olarak keyifle roman okuyayım diye elime aldığım kitaptan okul çocuğunun ders kitabı okuması gibi bir his almak istemiyorum. Bu tarz yazarları kandırıkçı buluyorum. Yazar sanki diyor ki: “Ey okur, sen bilmezsin, bak böyle böyle şeyler oluyor dünyada, tarihte de bu var, sen bunları araştırıp öğrenmezsin, ben en iyisi roman ayağına sana bunları öğreteyim.” 

*

Kitapta önce bir mülteci kampındayız. Halep’te El-Aman mülteci kampında gönüllü çalışan Norveçli bir doktor görüyoruz. Doktor Asbjörn. Doktor, burada bombalardan yaralanan bir bebeği ameliyat ediyor, daha sonra bu kampta yaşadıklarına daha fazla dayanamayıp memleketine dönüyor ve alkolik oluyor. Sonrası ölüm.

Adını Zamir koyuyorlar kamptaki bu bebeğin. Arapçada vicdan ve gerçek niyetmiş anlamı.

Bebek kimsesiz. Öğreniyoruz ki patlamadan altı gün önce Türkiye’de doğmuş, sınırın diğer tarafına geçirilmiş. Bebeği oraya bırakan annesi Zerre. Türkiye’nin sınır köyü Palaz’da yaşayan, küçük yaşta evlendirilen ve tabii ki okutulmayan bir kız çocuğu Zerre. Köylüler, El-Aman mülteci kampının bile bu köyden daha refah içinde olduğuna inanıyor, köylü çocuklar El-Aman’a gitmeye özeniyor. Zerre de yeni doğan bebeğini, kamyoncu Raif’e verip onu El-aman’a bırakmasını istiyor. Sonra Raif ile buluşup İstanbul’a kaçmayı planlıyorlar. Zerre bebeği Raif’e ulaştırıp köye dönüyor ve kocasını, öz annesini, imamı vuruyor, kendisi de intihar ediyor.

Bu kısımlarda bunun gibi başka hikayeleri de okuyoruz. Kocasının akrabası tarafından tecavüze uğrayan, ama bunu dile getiremeyen, getirse de kimsenin inanmayacağı bir kadın, bebeğini ıssız bir yere bırakmayı düşünüyor. Ama yanlışlıkla mayınlı bölgeye giriyor. Orada trajik şekilde can veriyor.

*

Zamir, bombalardan yaralanan yüzüyle savaşlarda yaralanan bebekler için yapılan yardım kampanyalarının yüzü oluyor. Bir barış vakfı çocuğu sahipleniyor ve Zamir profesyonel olarak bir vakıf çalışanı oluyor, buradaki en önemli rütbe olan sunuculuk yapıyor. Vakfın amacı savaşan tarafları bir araya getirmek ve barışı sağlamak için her şeyi yapmak. Zamir de bu çerçevede çok çalışıyor. Bu kısımlarda öğreniyoruz ki bu vakıfların arka planlarında başka işler dönüyormuş. Aslında görünen pek çok şeyin arkasında başka şeyler dönüyormuş. Diyor ki:

“Sizi barıştıran her kimse, savaştıran da odur!”

“Ve sizi her kim doyuruyorsa, bilin ki aç bırakan da odur!”

Sf.339

*

Bir aktör, Zamir’e yüzünü miras bırakıyor. Yüz ameliyatı geçiren Zamir artık ölmüş bir aktörün yüzüyle hayatına devam ediyor. Bunu yeni bir başlangıç sayıp savaşları bitirecek asıl şeyi düşünmeye başlıyor ve çözümü bir din kurgulamakta buluyor.  İnsanların birbirlerini öldürmesini engellemenin yolu yeni bir din ve bu dinde Tanrı insanın ta kendisi. Her insan Tanrı. Böylece hiçbir insan başka bir insanı öldüremez diye düşünüyor. Bu dini tanıtmak için Kabe’ye gidiyor. Rusya ve Çin arasında savaşa sebep olmuş gizli görünmezlik böceğine sahip olan Zamir bu aygıtı Kabe’ye atıyor. Böylece bir süre Kabe gözden kayboluyor ve insan insana secde ediyor gibi bir görünüm oluşuyor. İnsanı insana tapar gösteren bu görüntü ile dini yaymada ilk adımı atıyor. Ve Zamir artık hikayesini yazmaya başlıyor.

*

Bu son güzel olmuş, ilginç, değişik. Bu sonu sevdim ama bu sona giden yol biraz bıkkınlık getirdi.

Öncelikle en başta açıkladığım eğitici tutumu yüzünden keyfim kaçtı. Sonra da benim burada sırayla anlattığım hikaye kitapta bölük pörçük anlatılıyor. Bir baştan bir sondan, bir bugün bir yıllar öncesi, bir A kişisi, bir B kişisi, sonra birinin hayatının bugünü, sonra diğerinin hayatının geçmişi… Okuyucu olarak sen kafanda sıralayacaksın bunları. En sevmediğim tarz. Ben giriş-gelişme-sonuç seviyorum. Kronolojik sıraya uygun olarak okuyup öğrenmek istiyorum karakterin hayatını ve serüvenini. Böyle geçmiş ve bugün arasında yoğun trafik olması keyif vermiyor bana.

*

Kitap daha başka çeşitli ilginç fikirler ve olaylar da içeriyor. Örneğin;

Türkiye’de Allah var mı yok mu diye halk oylaması yapılması. Hükümet bu oylama ile şunu amaçlıyor: Oylama sonunda Allah vardır sonucu çıkarsa, Allah'ın kelamı hüküm sürecek, bunu da hükümdar yapacak.

O sırada Almanya’da Türklerin Almanya’dan kovulması söz konusu. Türkler Alman hükümetinin bunu yapmayacağını düşünüyor ama Alman hükümeti, Nazi dönemini hatırlatır yöntemlerle Türkleri Almanya’dan atmayı planlıyor.

Dünyanın başka bir yerinde ise Suriye’de yaralı bulunan bebekler kendi aileleri yerine İsviçre’de zengin ailelere veriliyor. Bu işi yapan kişi bu çocuklar Suriye’deki sersefil ailelerine gitseler daha mı iyi, burada refah içinde yaşıyorlar diye savunuyor.

İlginç bir üründen bahsediliyor kitapta. Kılavuz bavul. Bavul bir çeşit navigasyon işlevi görüyor, yol gösteriyor, insanlar bavullarının peşi sıra gidiyor.

Kitaptaki bir başka ilginç fikir de nefret pornosu. Porno sektöründe var mı bu kategori bilmiyorum. Irkçılıktan devşirilen bir porno türü. Düşman halklardan birinin şiddete uğradığı, tecavüz edildiği bir porno türü. Zamanla halkların kendilerine kötülük etmiş insan ya da gruplardan intikam almasını içeren bir içeriğe dönüşmüş, buna da karma porn denmiş.

Bu ilginç fikirlerin yanı sıra yine ilginç bulduğum bir şey yapmış yazar. İnsanları sık sık memleketleriyle adlandırmış. Örneğin Edinburglu Calhoun, Pasarofçalı Zivko, Olotlu Jacinta, Palermolu Federico, Londralı Grace, Beytüllahimli Yossi… gibi. Kişilerin bireyselliklerinden çok milletlerine önem verildiğini ortaya koymak için böyle kullanmış galiba. Ya da barış planlarının arkasında ne kadar çok çeşitli insan olduğunu ortaya koymak için, bilemiyorum.

Çeşitli milletlerden ve tarihten bahsederken Türk-Ermeni ilişkilerine de değinmiş. Yerlileri katleden Amerikalılar, Boşnakları katleden Sırplar, Cezayirlileri katleden Fransızlar, Yahudileri katleden Almanlar... diye sıraladığı listeye "Ermenileri katleden Türkler" diye de eklemiş. Bu da tat kaçırdı.

(Eskiden bu durum yazarların yargılanmasına sebep oluyordu. Elif Şafak ve Orhan Pamuk bu sebepten yargılanmıştı. Yazarların yazdıklarından ötürü yargılanmasını yanlış buluyorum. İnsanlar yazdıklarından, yani fikirlerinden değil, eylemlerinden sorumlu tutulmalı kanaatindeyim.) 

*

Hakan Günday'ın kitaplarındaki karanlığı sevmem ama bazı cümleleri hoşuma gidiyor. Örneğin;

“Çünkü o kadar acıdan sonra, yola çıkanla hedefe varan aynı kişi olmaz.” Sf.17

“Çünkü bir savaşta sivillere karşı düzenlenmiş hangi saldırının yargı konusu olacağı, savaş sonunda mahkemeyi kimin kurduğuna bağlıydı.” Sf.30

“Çünkü biliyorlardı ki modern dünyada hafızayı yönetmek, yani kimin neyi unutup neyi hatırlayacağını ya da neyi nasıl hatırlayacağını belirlemek mümkündü.” Sf.31

“Zaten kolay olsa o karar alınmaz verilirdi.” Sf.32

“Çünkü o iki ülkede de kadınlar, barış zamanında bile bir savaş esiri olarak doğarlardı. Savaşı doğarak kaybeder ve erkeklere esir düşerlerdi.” Sf.36

“Dolayısıyla her yerde olduğu gibi bu havaalanında da insanlar yanımdan birer ambulans gibi geçip gidiyordu. Evet, tam da ambulansa benziyorlardı. Çünkü aslında acil olan tek şey içlerinde taşıdıkları hastanın durumuydu.” Sf.38

“Bebekler bile belki de bu yüzden seviliyordu. Hiç kullanılmamış insanlar oldukları için.” Sf.39

“Yıllar içinde anlamıştım ki yeni kurulan silahlı örgütler ile düğün hazırlığı yapan gelinler arasında bir benzerlik vardı. Her iki grup da her şeyin mükemmel olmasını isterdi.” Sf.144

“Çünkü bir Doğulu Batı’ya giderse, ona orada göçmen deniyor ancak Doğu’da yaşayan bir Batılının sıfatı daima expat oluyordu.” Sf.154

“Çünkü bu şehir bir uyuşturucu! Buraya gelen öyle bir uyuşuyor ki nasıl bir cehennemde yaşadığının farkında bile değil! İstanbullu dediğin aslında bir bağımlı!” sf.155

“Tabii bir de bu kadar güçle ne yapılacağı sorusu var… İlk akıllarına gelen, politikaya atılmak oluyor. Ama hemen anlıyorlar ki bu büyük bir hata! Çünkü politika, sürekli göz önünde olmak ve sorgulanmak anlamına geliyor. Politika yapmanın en iyi yolunun hükümetleri satın almak olduğunu derhal kavrıyorlar.” Sf.179

“Ayrıca bir şehirdeki yardım kuruluşu sayısına bakarak oradaki sömürünün düzeyini ölçmek de mümkündü. Buna göre kapitalizmin başkenti olan New York hayır işi sektörünün de merkeziydi. Ne de olsa bu sektör ancak gelir adaletinin bulunmadığı yerlerde serpilebiliyordu.” Sf.208

“Eğer insan cehennemde doğmuşsa bir iblis olmayı reddedebilir miydi? Sf. 212

“Çünkü tanıdığım çoğu dini lider gibi o da ağlamayı çok severdi. Özellikle idam kararlarını ağlayarak verirdi.” Sf.216

“Türkiye’deki aile yapısı çocuk kalmış yetişkinler üretiyordu. Hatta çocuk kalmış yetişkinler, nüfusun çoğunluğunu oluşturuyordu. Öyle olmasa Türkiye’de devlete baba, denir miydi?” Sf.269

“Örneğin bir Portekizli bir İspanyol’dan söz ederken Avrupalı demeyip milliyetini belirtiyor ama bir Ugandalı ya da Burmalıyı, üzerinde yaşadıkları kıtayla anarak Afrikalı ya da Asyalı olarak tanımlıyordu. (…) Yani aradaki mesafe büyüdükçe ayrıntılar kayboluyor ve insanlar birbirini bir yığın olarak algılıyorlardı.” Sf.356

“İnsan insanı görebilse dünya bambaşka bir yer olacaktı! Çünkü insanın doğasında gördüğüne inanmak vardı!” Sf.360

 

Altını çizdiğim cümlelerin çoğunun “Çünkü” ile başladığını fark ettim… Ders anlatır gibi roman yazmış diyorum işte. Ben de dersi iyi dinlemişim galiba.

Yalnız bu arada Hakan Günday’ın bu ifadelerinin bazısından eser miktarda Yılmaz Erdoğan vibe’ı alıyorum. Ufuklara bakarak bilge bilge laflar etmeler… Edebiyatına/sanatına yapılan övgü ve alkış erkekleri bir zaman sonra Yılmaz Erdoğan’a dönüştürebilir korkarım.

*

Diğer Hakan Günday kitapları için 

Bkz: Kinyas ve Kayra

Bkz: Zargana

Bkz: Piç

Bkz: Malafa

Bkz: Azil

Bkz: Ziyan

Bkz: Az

Bkz: Daha