4 Eylül 2011 Pazar

AKDENİZ


AKDENİZ

Yazarı: Panait Istrati

Çeviren: Seda Yeşildal

Yayınevi: Zambak Yayınları



Yazarın İskenderiye, Kahire, Beyrut ve Şam maceralarını Adrien adlı karaktere mal ederek yazdığı roman.


Bu kitap okuduğum üçüncü Panait Istratı romanı. Anladığım kadarıyla bu adam, bizim oraların deyişi ile '' kurtlu''. Yerinde duramıyor. Sürekli bir seyahat, bir yolculuk, bir macera. Hele bir otur, soluklan yeğenim.

Romanyalı Adrien, Mısır'a giderken gemide Musa ile tanışır. Musa, kötü yola düştüğünü duyduğu kızı Sara'yı aramaya gitmektedir. İkisi arkadaş olurlar. Sara ve erkek arkadaşını bulan Musa ile Adrien, parasızlıktan bir süre hep birlikte takılmak durumunda kalırlar. Gündelik işler yaparlar. Sara ve sevgilisinin bar açma hevesleri vardır ama kız hasta, sevgilisi tembel olunca bu iş kolay gözükmemektedir.

Kurtlu Andre, çeşitli iş teklifleri nedeniyle Beyrut ve Şam'a gider. O dönem buralar Osmanlı hakimiyetindedir. O dönemin Beyrut'u için zengin bir tacir şunları söyler:

'' Bu Abdülhamit Türkiye'sinden daha rahat bir ülke bilmiyorum. Yalnız benim gibi zengin ve mutasarrıfın dostu olan bir adam için değil, siyasetten uzak yaşayıp salt işiyle gücüyle uğraşan herhangi bir insan için de bu böyledir. Sonra burada insan ticarete başlayınca, para altın tomarları halinde gelir ve metelikler halinde gider. Hatta parayı metelik metelik kazanan en fakirler bile çoğu kez bunları altına çevirebilirler. Türkiye'de insan, az para ile krallar gibi geçinebilir. Hayat ucuzdur. Vergiler devede kulak. Herkes için her zaman, kazanılanla harcanılan arasında lehte bir fark kalır. Bunun sebebi, Doğu hayatında pahalı lüksün var olmayışıdır. O lüks ki Batı'da büyük servetler gibi işçinin gündeliğini de yutar.'' (sf 68)

O dönemin Şam'ı için de ''Yahudisi var, Hristiyanı var, zengini var, fakiri var. Ne zararı var! Başlarımızı aynı fes korur, bizi de besler. Hem biri dara düştü mü daima yardımına koşarak belini doğrultan birçok kişi bulur. Gerçi sokaklar dilenci kaynıyor; fakat eli ayağı tutan dilenci, yüzde doksan, canı çalışmak istemeyen adamdır. Görüyorsun ya, bu Asya Türkiye'sinin adı kötüye çıkmıştır; ama burada 'Doğunun Belçika'sı' diye anılmaktan hoşlanan bizim Romanya'dan daha iyi yaşanır.Orada küçük bir komiser yardımcısı kimseye hesap vermeden adamı tutuklar, evini basar, dayak atar.'' (sf 135)

Adrien'in bir Shakespeare takıntısı var ki bir bölümde, evlerden ırak. Adrien'in aklına Hamlet'in yazarının kim olduğu düşer. Adını birtürlü hatırlayamaz. Şopen, Şil... diyip durur ama bir türlü Şekspir aklına gelmez. Koca Şam'da Hamlet'in yazarı kimdi, diye sorduğu kimse de bunun cevabını bilmez. Hamlet'i de bilmez zaten kimse. Adam kafayı yiyecek. Şop, Şill neydi neydi. En sonunda biri söylüyor da rahatlıyor,. Sonra da kimse Şekspir'i tanımıyor diye şehirden tiksnip gidiyor.

Adrien'in anlamlandıramadığım bir Mihail sevgisi var bir de. Mihail diye bir arkadaşı var bunun. Nasıl seviyor, nasıl seviyor. Niçin bu kadar seviyor onu da anlamadım. Ama yok böyle bir sevgi. Kimse onun gibi değilmiş, o ne güzel bir insanmış falan. Mihail de Mihail, Mihail de Mihail. Ne yaşadınız, ne paylaştınız da bu kadar çok seviyorsun, anlamadım.

Akdeniz seyahati de kurtlu yazarı kesmiyor ve 1913 kışında Paris'e hareket ederek yeni maceralara yelken açıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder