26 Kasım 2011 Cumartesi

BU BİZİM HAYATIMIZ


BU BİZİM HAYATIMIZ

Yazarı: Refik Halit Karay

Yayınevi: İnkılap Kitabevi

Basım Yılı: İnkılap Kitabevi'nden 1. Baskı 2003

Sayfa Sayısı: 238


Zengin mi zengin Mazlum Sami Bey, artık yaşını başını almış, torun torba sevecek yaşa gelmiş ama hiç çoluğu çocuğu yok.

Yaşlanıp eski hareketli günlerini geride bırakınca mziyi düşünecek çok vakti olur. Ve daha gencecik bir delikanlıyken gönlünü kaptırdığı Hüsniye'yi hatırlar. Aslında hiç unutmamıştır ki hatırlasın. Hep aklındaydı ama çok düşünecek vakti olmamıştı. Şimdi vakti var.

Hüsniye, Mazlum Sami'nin yaşadığı evde hizmetçiydi. Aslında tam olarak hizmetçi denemez. İşte yine o dönemlerde kafamı karıştıran kızlardan biri. Koca bir konak. Konakta adı cariye olmayan ama hizmetçi de denmeyen kızlar. Odalık, ahretlik bilmiyorum adlarını ve evdeki yerlerini. Ama eski Türk eserlerinde geçen konaklarda var hep bu kızlardan. Yerleri nedir bir türlü anlamıyorum. Aslında anladığım birşey var ama o da çok ahlaksız. Hesapta evin beyinin gözü dışarıda olmasın, eve bağlı olsun diye alınıyor bu kızlar ama evin beyi ile bir gönül macerası olunca da rezillik oluyor, kız uzaklaştırılıyor. Neyin peşindesiniz?

İşte Hüsniye de bu sebeple konaktan uzaklaşmış, gitmiş, kendine başka bir hayat kurmuş. 38 yıl boyunca ses seda çıkmamış. Mazlum Sami'nin de aklına gelmiş, ''Nerede bu güzel göçmen kızı şimdi? Benim onda bir çocuğum olacaktı. Arayayım bulayım. Mirasımı onlara bırakayım.''

Bu amaçla dedektif Şemsi ile anlaşır. Şemsi allem edip kallem edip Hüsniye'yi bulur. Ama hiç de Mazlum Sami'nin zannettiği gibi bir durumda değildir Hüsniye.

Sen git kendi derdine yan Mazlum Sami.

GUGUKLU SAAT


GUGUKLU SAAT

Yazarı: Refik Halit Karay

Yayınevi: İnkılap Kitabevi

Basım Yılı: İnkılap Kitabevi'nde 1.Baskı 2005

Sayfa Sayısı: 188


Refik Halit Karay 1888-1965 yılları arasında yaşamış. Bu kitabı da muhtemelen 1950'lerde yazmış olmalı. Artı eksi 10. O dönemde de insanlar ''Nerede O Eski Ramazanlar'' diyorsa, ben daha artık birşey demiyorum.

Bir öykü ve/veya deneme kitabı bu.

Kitaba adını veren Guguklu Saat öyküsünde ,bir arkadaş meclisinde guguklu saatin sanki saat başı değil de münasebetsiz her lafta ötmesi metaforu yaratılmış.

Yukarıda bahsettiğim Nerede O Ramazanlar da ''Eski Ramazanları Yad'' başlıklı kitaptaki bir deneme. Günümüzde (dikkat yazar burada 1950'lerden bahsediyor) ramazanların eski heyecanı kalmadığından dem vuruyor. Eskiden ramazanlarda türbelere, mezarlara, Hırka-i Şerif'e giderler, coşkulu teravih namazları ve kadir geceleri geçirirlemiş. Din ve ibadet ile geçirdiği huzurlu ramazalanları artık yaşayamaz olmuş. Buradan bakınca gayet de yaşanıyor tam olarak bu söyledikleri. Ama 1950'lerde bunları yaşamak konusunda sıkıntılar olmuş demek ki.

''Bir İstanbullunun Yirmi Dört Saati'' öyküsü de fena değil. Bir memurun, bir ev hanımının, eski bir zenginin ve bunun gibi çeşitli telden İstanbullunun bir gününü anlattığı öyküde ortak nokta '' ayranı yok içmeye, tahteravanla gider s.çmaya''

''Yeni Şairlere Dair'' adlı denemede ise yeni şairlere vermiş veriştirmiş. Gayet komik ama acımasız bir dille yermiş onları: ''...İşte yine şairlerden biri vapura nasıl bindiğini ve limandan nasıl çıktığını tasvir ediyor ve Anadolu'ya fedakarlığını ispat için

Fakat anamın gönlü ne heyecanlı,ne dolu!
Senin için ah, ondan ayrıldım Anadolu!

Zavallı süt kuzusu, anacığından ayrılmış,bu fedakarlığı göstermiş de Anadolu'ya öyle gitmiş.Anadolu'da ana kıtlığı mı var,adı üstünde Ana-dolu.''

Üşenmesem komple hepsini yazacağım bu denemenin ama çok üşeniyorum. Koca öykü kitabından - kütüphaneden ödünç almamış olsaydım da benim olsaydı- döne döne bunu okumak isterdim.

Aslında öykü türünü pek sevmiyorum. Bu kitap da bu kanaatimi değiştirmedi. 300 sayfalık bir roman okumayı, toplam 300 sayfalık 30 ayrı öyküye tercih ederim. Ama bulmuşken okudum işte. Öykü sevenler bunu da severler herhalde.

19 Kasım 2011 Cumartesi

BUGÜNÜN SARAYLISI


BUGÜNÜN SARAYLISI


Yazarı: Refik Halit Karay

Yayınevi: İnkılap Kitabevi

Basım Yılı: 1951, İnkılap Kitabevi'nde 1.Baskı 2002

Sayfa Sayısı: 340


Ayşen aşağı, Ayşen yukarı. Ayşen de Ayşen, Ayşen de Ayşen.

Ne Ayşen'miş arkadaş. Mahfetti milleti.

Ata Efendi, karısı Üftade Hanım, kızları Feride, damatları Atıf ve torun Çetin ile İstanbul'da kendi hallerinde yuvarlanıp giden bir aileyken uzak akrabalardan Yaşar bir mektup göndererir. Mektupta kızı Ayşen'i, oraya yollayacağını,bir süre bakmalarını rica eder.

Ata Efendi ve ailesi bu durumdan pek hoşnut kalmaz. Zaten kıt kanaat geçiniyorlar, bir boğaz daha gelecek şimdi. Üstelik uzun yıllardır görüşmedikleri Yaşar da çulsuzun tekiydi. Hem kız kaç yaşında bakalım. Onu da yazmamış mektupta.

Gelecek olanın küçük bir kız çocuğu olacağını düşünürlerken sen dal gibi genç bir kız çıkagel. Yaşar'ın da beş parasız olduğunu zannederlerken meğersem paraya para demeyecek kadar zengin olduğunu görüver.

Böylece Ata Efendi ve ailesinin hayatı da bir anda değişiyor. Artık lüks restoranlarda yemek yiyorlar, ünlü mağazalardan alışveriş yapıyorlar, zevk ve eğlenceye para harcıyorlar. Şahane vakit geçiriyorlar.

Ayşen'in de bir sürü hayırlı kısmeti var ama kızın gönlü pek yok. Her gören kıza vuruluyor. Hatta en vurulmaması gereken bile.

Dizisi de çekilmiş bu romanın. Çekilir tabi. Tam dizilik. Şatafatlı bir yaşam, güzel bir kadın, zengin ve yakışıklı adamlar, kafası karışık bir dayı, oyunlar, planlar, entrikalar,olaylar olaylar.

16 Kasım 2011 Çarşamba

ANTİGONE


ANTİGONE

Yazarı: Sofokles


Eski Yunanca Aslından Çeviren: Güngör Dilmen


Yayınevi: Mitos Boyut
Tiyatro Yayınları


M.Ö 400'lü yıllarda yazılmış bir Eski Yunan tregedyası.

Antigone'nin iki ağabeyi ölür. Bunlardan Eteokles normal cenaze töreni ile defnedilir ama diğer ağabeyi Polüneikes, vatana karşı geldiği, yurdu yakıp yıktığı, terörist faaliyetler içerisinde olduğu gerekçesiyle gömülmeyip kurda kuşa yem edilerek ölüsü dahi cezalandırılır.

Antigone, ağabeyini gömmek ister. Bunun için Kral Kreon'un yasağına karşı gelir ve ağabeyini gömer.

Kral, emrine karşı çıkan Antigone'yi cezalandırır ve zindana atar.

Bu yaptığının yanlış olduğunu ve bu yanlıştan bir an önce dönmezse kendi ailesinden de ölü çıkacağını söyleyen kahine evvela kulak asmayan Kral, daha sonra yola gelir. Ama geç kalmıştır.

Kral'ın oğlu Haimon, nişanlısı Antigone'yi görmek için zindana gider. Ama Antigone intihar etmiştir. Buna dayanamayan Haimon da kendini öldürür.

Oğlunun öldüğünü öğrenen annesi yani Kralın karısı Eurüdike de kendini öldürür.

Ondan sonra Kral Kreon da ''Vay başıma gelenler.'' diye ah vah eder ama giden gitti kralım.

SERENAD


SERENAD

Yazarı: Zülfü Livaneli

Yayınevi: Doğan Kitap

Basım Yılı: 1. Baskı Mart 2011

Sayfa Sayısı: 481



Geçenlerde, kitap okumayı pek sevmeyen ama kitap okumanın bir gereklilik olduğunu düşünen bir arkadaşım benden roman tavsiyesi istemişti. Bir yandan da roman okumanın zaman kaybı olduğunu, öğretici bir roman olmasını istediğini eklemişti. Ona bu kitabı önerdim, diyeceğimi sanıyorsunuz değil mi? Hayır. Henüz bu kitabı okumamıştım o zaman. Şimdi aynı soruyu sorsa bu kitabı öneririm ama.


Yahudi soykırımı, Mavi Alay, Struma gemisi, Cumhuriyetin ilk yıllarında gelen yabancı hocalar ve bunun gibi konularda geniş kapsamlı olmasa da konuya yabancı kalmayı önleyecek miktarda bilgi sahibi olmamızı sağlıyor bu kitap. Bunu da içinde dünya tarihinin önemli ama gün yüzüne pek çıkmamış olaylarıyla bezeli acı bir aşk hikayesi içinde veriyor.

İstanbul Üniversitesi'nin halka ilişkilerinden sorumlu memuru Maya Duran ile üniversiteye konuşma yapmak üzere gelen Prof. Maximilian Wagner çerçevesinde gelişiyor olaylar. Profesör'ün geçmişindeki acının içinde buluyor kendini Maya. Bu acıyla birlikte bilmediği ne kadar çok şey olduğunu öğreniyor. Ben de aynen öyle.

Hiç kimse anlatmıyor ki bunları. Okullarda kurbağanın sindirim sistemi yerine, izohipsler, limit integraller yerine ya da hiç değilse onların yanısıra az buçuk yakın tarihten de bahsedilse ya. Anca bir yerden duyacağız, bir yerden okuyacağız ya da bir filmde izleyeceğiz, öyle.


Okuduğum ilk Zülfü Livaneli kitabı bu. Kitabı çok önyargıyla aldım. ''Zülfü Livaneli mi? Peh. Hiç de güzel yazamamıştır bence'' diye düşünmüştüm nedense. Bak bak. Ulan adamın daha önce hiçbir kitabını okumamış olduğun halde nereden bu fikre kapılıyorsun ki? Kitabın edebi bir övgüye layık olduğu söylenemez, hatta gereksiz ayrıntılarla uzatıldığı kanaatindeyim ama bunu da kitabı başkarakter Maya'nın ağzından yazarak ve Maya'nın yer yer '' Sadece başımdan geçenleri anlatıyorum. Roman olsun diye değil, bilinsin bunlar diye yazıyorum. Sonuçta ben bir yazar değilim'' gibi laflarıyla kurtarıyor. Sonuç olarak önyargım parçalandı. Bendekini parçalamak atomu parçalamaktan daha zor değil şükür ki.

AZ


AZ

Yazarı: Hakan Günday

Yayınevi: Doğan Kitap

Basım Yılı: 1. Baskı Nisan 2011

Sayfa Sayısı: 355



Derda...

Daha 11 yaşında evlendirilen ve başına gelmedik kalmayan zavallı kız...Boktan bir yaşama sürüklenir yavrucak. Bu noktada ''Requiem For A Dream'' (Bir Rüya İçin Ağıt) filmini aklıma getirdi bu yaşam. Benzer bir çukura düşme hali. Fena. Çok ağır. Hatta ağzıma sıçtı bu bölüm. O kadar fena.

Derda...

Mezarlıklarda ekmek parası kazanmaya çalışan, okuma yazmayı çok geç öğrenen, Oğuz Atay sevdalısı çocuk. Bu kısım da Oğuz Atay'ın ''Tutunamayanlar''ına Övgü niteliğinde. Tutunamayanlar'ı Bitiremeyenler'den biri olduğum için tekrar bu kitabı okuma girişiminde bulunma isteğim arttı.

İşte bu iki Derda'nın hayatı kesişiyor. Hem de nasıl. Hem de ne zaman.

Tesadüfler silsilesi içinde başı dönüyor insanın bu kitabı okurken. Bir solukta da okudum zaten. Ne zaman elime aldım da ne zaman bitti hiç farketmedim. Su gibi aktı gitti. Ama kötüydü. Kitap değil, hayat kötü. Bazıları için çok da acımasız.

Kitabın adına gelince;

''Seni az tanıyorum. Az. Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında kocaman bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Söylemek isteyip de yazamadığımız sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her şeyi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuşlar gibiler. Senin ve benim gibi.''

5 Kasım 2011 Cumartesi

OTOSTOPÇUNUN GALAKSİ REHBERİ


OTOSTOPÇUNUN GALAKSİ REHBERİ

Yazarı: Douglas Adams

Yayınevi: Kabalcı Yayınevi

Basım Yılı: 1. Basım 2005, 2. Basım 2009


İnsanı manyak eden kitap.

Ben okudum kafamda huni, hebele hübele diyerek. Deli değilim ben diye de bağırmış olabilirim arada.

Komedili, bilimli kurgulu, fantastikli bir kitap.

Okuyup manyak olmak istemeyenler için özetini anlatacağım. Ama yok ben illa okumak istiyorum diyenler varsa, ki olmalarını temenni ederim, şimdi yazacaklarımı okumasınlar.


''Otostopçunun Galaksi Rehberi'' adlı kitabı güncellemek için araştırmalar yapmak üzere bir haftalığına dünyaya gelen uzaylı Ford Prefect, on beş yıl boyunca dünyada yaşamıştır. Dünyanın da sonu gelmek üzeredir. Bunu çantasındaki bir cihazdan anlamıştır. En yakın arkadaşı dünyalı Arthur Dent'e durumu anlatır ama Arthur buna bir hasstir çeker.

Derken dünyanın tepesinde dev bir uzay gemisi belirir. Vogon denilen yaratıklar, güzergahlarının üzerindeki dünyayı, kestirme yolu uzatıyor diye yok etmek isterler. Ve bumm.

Arthur ve Ford, kendilerini, az önce dünyayı yok eden uzay gemisinin içinde bulurlar. Ford, otostopçuluğun verdiği tecrübeyle son anda uzay gemisine otostop çekmiş ve geminin hizmetlileri tarafından gizlice gemiye alınmıştır. Fakat geminin kaptanı bu durumdan hoşlanmaz ve ikisini de uzay boşluğuna atar.

Arthur ve Ford tam uzay boşluğuna düşecekken başka bir gemi tarafından kurtarılmışlardır. Altın Kalp isimli bu gemi, iki kafalı, üç kollu Zaphod adındaki galaksi başkanı ve onun kız arkadaşı Trillian'a aittir. Bu başkan, sırf şuan kullandığı bu üstün donanımlı gemiyi çalabilmek ve efsane gezegene ulaşabilmek için galaksi başkanı olmuştur.

Efsane gezegene ulaşırlar. Hayat yoktur burada. En azından onlar öyle sanır.

Arthur, gezegeni kolaçan ederken yaşlı bir adamla karşılaşır. Ulan hani hayat yotu burada, sen kimsin, Where are you from? falan derken adam hikayeyi anlatır:

Biz aslında gezegencek uykuya yattık. Biz gezegen üretiriz. Ama işler kesat gitti. Ekonomik kriz oldu. Biz de kriz bitinceye kadar uyumaya karar verdik.

Arthur alır sazı eline:

İyi güzel hacı, para var mı bu işte? Bir gezegen kaça mal oluyor mesela? Hangi okulu okuyorsunuz gezegenci olmak için. Ben şimdi o bölüme yatay geçiş yapsam acaba olur mu? En son hangi gezegeni yaptınız?

Çok özel bir iş üzerinde çalışıyorduk, demiş yaşlı amca. Anlatayım:

Günün birinde iki kafadar, çok ultrakulade bir bilgisayar icat etmişler. Adı da Derin Düşünce olan bu bilgisayara sormuşlar.

- Ey Derin Düşünce Bilgisayarı. Bize şeyi söylemeni istiyoruz...Cevabı.
- Neyin cevabını?
- Hayatın, evrenin, herşeyin.

Derin Düşünce demiş ki:

- Eyvallah veririm cevabı da bana biraz süre verin.

- Ne kadar süre?

- Yedi buçuk milyon yıl.

Beklemişler beklemişler. Nesiller geçmiş tabi. Nihayet cevap vakti gelmiş. Açmışlar bilgisayarı. Cevabı istemişler. Cevabı söylemiş bilgisayar:

-42

Pardon?
42 dedik ya işte duymadın mı?

Ahali şokta tabi. Ne 42'si.

-Ama sorduğumuz Büyük Soru'ydu. Hayat, Evren ve Her şeye dair büyük soru.

-Evet, ama o aslında nedir? Sorunun tam olarak ne olduğunu bildiğiniz zaman, cevabın ne anlama geldiğini de anlayacaksınız, demiş bilgisayar.

Bunlar tabi pürtelaş. O zaman bize soruyu da bul, demişler bilgisayara.

Bilgisayar da ''Bu cevabın sorusunu bulmak için başka bir bilgisayar yapacağım. Bu bilgisayarın adı da Yerküre olacak.'' demiş.

İşte yerküre böylece meydana gelmiş. Fakat tam nihai cevabın sorusunu bulacakken sen kalk Vogonlar, Yerküreyi imha et.

İşte buradan kurtalan tek dünyalı olan Arthur'u, hayat yok sandıkları gezegendeki fareler ele geçirir. Evet fareler. Çünkü bizim yerkürenin yapılmasını isteyenler aslında farelerdir. Fareler, son dünyalı olan Arthur'un beynini satın almak isterler. Sonuçta kafatasının içinde dünyalı bilgiler olduğu ve nihai cevabın sorusunu da bilebileceği için.

Ama Arthur ve arkadaşları kaçarlar.

Olaya bak sen. Dah bunun devamı da var da o başka kitapta.

İSİM ŞEHİR HAYVAN


İSİM ŞEHİR HAYVAN

Yazarı: Yılmaz Özdil

Yayınevi: Doğan Kitap

Basım Yılı: 1. Baskı- Mart 2011

Sayfa Sayısı: 473


Sevgili Yılmaz Abi,

Seni ailecek severek ve beğenerek okuyoruz. Bizim eve hergün senin yazdığın gazete giriyor. O yüzden seni hep okuyorum. Çok güzel yazıyorsun. Bence herkes senin yazdıklarını okumalı. Kitap yazmana da çok sevindim. Aldım, okudum. Herkes de okumalı bence.

3-B sınıfından Büşra


Yılmaz Özdil hayranlarının
ya
biyolojik olarak
ya da
mentalite olarak
bu yaş grubu insanlara hitap ettiğini düşünürdüm.
Sonra kitabında bir yerde açıklamış,
neden kısa ve basit yazılar yazdığını.
E bir yerde hak verdim adama.

Sonra tokat gibi çarptığı yolsuzluk, ahlaksızlık, çalma çırpma haberleri,
siyasi dalavereler,
çok önemli işler başaran ama hiç önemsemediğimiz kahramanlar...

Gazete yazılarından derlenen bir kitap olduğu için bu yazıların bir kısmını zaten okumuştum. Ama böyle hepsini birden okuyunca insan dayak yemişe dönüyor.

Bu kitapla ilgili yazar hakkında abartmış, dalga geçmiş, büyütmüş, saçmalamış ve daha bunun gibi bir sürü şey söylemek mümkün. Ama bir şey söylemek mümkün değil: yalan söylemiş. İşte bunu söyleyemezsiniz. Doğru diyor. Anlayacağınız ''adam haklı beyler''

KARDEŞLER


KARDEŞLER

(The Brethren)


Yazarı: John Grisham

Yayınevi: Remzi Kitabevi

Basım Yılı: 1. Basım, Temmuz 2010

Sayfa Sayısı: 366


Üç eski yargıç çeşitli suçlardan ötürü hapse atılır. Fakat bu yargıçlar hapiste de rahat durmaz ve para kazanmanın bir yolunu bulur. Hem de ne yol. Dışarıya yazdıkları mektuplarla kandırdıkları kişilere şantaj yaparlar ve banka hesaplarına oluk oluk para akar. Ta ki son kurbanlarına kadar.

Kitapta ayrı ayrı iki hikaye ile karşılaşıyoruz ilkin. Bir yanda bizim bu yargıç kardeşler. Beri yanda ABD başkanlığına soyunmuş bir politikacı. Bu arada ABD başkanlarının kukla olduğu, perde arkasında aslında başka yöneticilerin bulunduğu şeklindeki görüşlere ciddi bir katkı sağlıyor roman.

İşte bu iki farklı hayat nasıl kesişecek diye epey okuduktan sonra bir kesişiyorlar, pir kesişiyorlar.

Bu mahkum yargıçlara önce bir kıl kapıyor insan ama sonra o kadar emek var ortada, acaba boşa mı gidecek bunlar diye endişelenmeden de edemiyor.

AŞK COĞRAFYASINDA KONUŞMALAR


AŞK COĞRAFYASINDA KONUŞMALAR

Yazarı: Nihat Genç

Yayınevi: Destek Yayınları

Basım Yılı: 9. Basım- 2007

Sayfa Sayısı: 206



Nihat Genç'i dinlemeyi değil, okumayı tercih ediyorum. Nefret kusa kusa yaptığı saldırgan konuşmaları dinlemek hoşuma gitmiyor.


Rasim Ozan Kütahyalı denen zevatı da dinlemek hiç hoşuma gitmiyor ama bu ikisinin tartışma adabı birbirine benzediği halde Rasim Ozan Kütahyalı neredeyse her tv kanalına çıkabiliyorken Nihat Genç'in sadece küçük , kendi halinde kanallarda konuşabiliyor olmasını tuhaf buluyorum.Bağırmaksa bağırmak, nefretse nefret, kin kusmaksa kin kusmak. O zaman niye biri hergün tv'deyken diğeri değil. Demek ki bu işte bir iş var hacı. Soru işareti.

Kitaba gelirsek, Nihat Genç veriyor coşkuyu. ''Bizim milletimiz, bizim kültürümüz, bizim atalarımız, bizim tarihimiz çok güzel.''

Bence de güzel. Ben seviyorum yalnız ve güzel ülkemi de insanlarını da. Herşeye rağmen seviyorum.

Güzeliz bence biz.