31 Mayıs 2012 Perşembe

EKOTOPYA



EKOTOPYA

(Ecotopia)


Yazarı: Ernest Callenbach

Türkçesi: Osman Akınhay

Yayınevi: Agora Kitaplığı

Basım Yılı: 1.Baskı 1994 (Ayrıntı) – 2. Baskı Ekim 2010

Sayfa Sayısı: 231


Ekolojik bir denge üzerine kurulu (hayali) Ekotopya ülkesini anlatan kitap.

Bu çevreci ülke Amerika’dan ayrılıp bağımsızlığını ilan etmiştir. Amerikalı bir gazeteci de bu ülkeyi ziyaret eder ve gözlemlerini aktarır. Ekotopya’yı da bu gazetecinin gözünden okuruz.

Bu ülke doğaya saygı duyan, duygularını gizlemeden yaşayan, birbirinden farkı olmayan insanların ülkesidir. Bana sorarsanız kainatın en sıkıcı ülkesi. Tabiata duydukları saygı ve geri dönüşüm konusundaki titizliklerini takdir ediyorum ama yaşanmaz arkadaş o ülkede. 

30 Mayıs 2012 Çarşamba

TATARCIK


TATARCIK

Yazarı: Halide Edip Adıvar


Halide Edip Adıvar’ın 1939 yılında yazdığı bu romanı yıllar önce okumuştum.

Kaptan Osman var bir tane. Soğuk ve bulunduğu ortamların da neşesi kaçıran ama dürüstlüğünden, ahlakından, kaptanlıktaki yetkinliğinden kimsenin şüphe etmediği babayiğit bir insan. Köylüler ona kendi aralarında Tatar Osman derler. Ama onun yüzüne böyle söylemezler. (Neden anlamadım ama tatar lafı hakaretamis bir laf gibi algılanıyordu galiba)

Kızı lale 13 yaşındayken, babası Osman ölür. O güne kadar kaptan Osman'la da ailesiyle de hiç ilgilenmeyen ahali, Osman ölünce zavallı ana kıza yardımcı olmaya çalışır. Ancak Lale, babası gibi yaman biridir. Kimsenin yardımına muhtaç olmadan hem çalışır, evini geçindirir hem de okuyup tahsilini yapar. Yaşı 20'ye geldiğinde artık amacı, köyünü medenileştirmektir. Bu uğurda yaptığı davranışlar köylüye illallah getirtse de insanlar ondan çekindiği için birşey diyemezler. Erkek gibi büyümüştür ve gezmek, tozmak, süslenmek, beğenilmek gibi isteklerden yoksundur. Köylü, Lale için ''tatarcık'' lakabını kullanır. Ama onun yüzüne söylemezler bunu.

Bu arada köy dediğimde İstanbul'da boğaz kenarında Poyraz köyü. Savaşta yiğitlikleriyle nam salmış askerler, savaş sonrası zengin olmuş ya da önceki zenginliğini korumuş varlıklı aileler ve yoksul halk iç içedir burada.

Bir yaz, köyün ünlü ve zengin ailelerinden birinin oğlu Haşim ve üniversiteli arkadaşları, köyün korusunda kamp yapmak için gelirler. Üniversiteli bu delikanlılar, zengin koca arayan Zehra'nın yakın markajındadır.

Kendilerine yedi kişi olduklarından ''yediler'' adı verilen kampçıların, Zehra'nın süslü, boyalı güzelliğinden başları döner. Recep hariç.
Recep, Lale'nin doğal güzelliğine, güçlü yapısına vurulur.

Ancak Zehra'nın gözü de Recep'tedir.

Haşim'in gözü ise Zehra'da.

Balolar, dönemin komünizm, faşizm, din, dinsizlik tartışmaları, aşklar, idealler...Su gibi giden sade, basit, kısa bir roman.

ÖZGÜRLÜĞE KURŞUN



ÖZGÜRLÜĞE KURŞUN


Yazarı: Hıfzı Topuz

Yayınevi: Remzi Kitabevi

Basım Yılı: 1. Baskı - Ekim 2007

Sayfa Sayısı: 254


1890’ların sonunda gazeteciler Hasan Fehmi (Serbesti gazetesi), Ahmet Samim (Sada-yı Millet gazetesi) ve Zeki Bey’in (Şehrat gazetesi) öldürülmelerini ve sonrasında yaşananları anlatan belgesel-roman.

Abdülhamit’in istibdat rejimini yıkan İttihatçılar, bu kez o dönemi aratmayacak bir baskı politikası ile basını susturmaya çalışır. Fakat iktidardaki İttihatçıların yolsuzluklarını, usulsüz işlerini yazmaktan korkmayan gazeteciler bir bir susturulur.

Bazı şeylerin 100 yıl  geçse de değişmediğini görmek çok acı. İşlek bir caddede, güpegündüz, insanların gözü önünde, hatta karakol da çok yakındayken bir gazeteci, kendisine açılan ateş sonucu öldürülür. Katil veya katillerse bulunamaz. Bir yerlerden tanıdık geliyor değil mi?

Kitap roman gibi değil de , bir çeşit eğitici öğretici ders kitabıymış gibi. Kullanılan dil de öyle zaten. Karakterlerin diyalogları çok basit. Kim iyi adam, kim kötü adam kolay anlayabilelim diye herhalde.

Karakter tanıtımları da aynı şekilde. ‘’Çok cesurdu, gözünü budaktan sakınmazdı, kadınlar ona hayrandı.’’ Bu var bir de. “kadınlar ona hayrandı, herkes ona aşıktı” Kitaptaki kahraman erkekler hep çok yakışıklı ve bütün kadınlar onlara hayran. Bu anlamda erkeksi bir dil hakim kitaba.

O dönemi düzgün bir giriş-gelişme-sonuç denklemi içinde okuyup öğrenebilmek için iyi bir başlangıç olabilir bu kitap. Daha fazlası değil.

27 Mayıs 2012 Pazar

SİNAN'IN MİHRİMAH'I



SİNAN’IN MİHRİMAH’I


Yazarı: Gaye Yavuzcan Enveri, Metin Arıkan

Yayınevi: İlgi Kültür Sanat Yayıncılık

Basım Yılı: 1. Baskı Kasım 2011

Sayfa Sayısı: 208


Sinan demişsin, Mihrimah demişsin, Sinan’ın Mihrimah’ı demişsin ama ortada ne Sinan var ne Mihrimah. Kanuni aşağı, Kanuni yukarı. Ha haşa lafımız yok, eyvallah, o da güzel ama yanıltıcı isim koymuşsun kitabına.

Genel olarak Kanuni dönemini, biraz edebi bir dille aktaran roman mıdır, tarihi araştırma mıdır, ikisi de olamamış, ikilemde kalmış bir kitap. Kabaca bir dönem anlatısı.

Dişimin kovuğunu bile doldurmadı. 

HAMLET



HAMLET


Yazarı: William Shakespeare

Türkçesi: Esen Genç

Yayınevi: Ve Edebiyat Yayınları

Basım Yılı: 3. Baskı Eylül 2009

Sayfa Sayısı: 221


Ah Hamletçiğim, ne çileli başın varmış.

Kör olası amcan babanı öldürür, annenle evlenir, kral olur, sevgilin delirir, sen ölürsün, herkes ölür, perde kapanır.

Yalnız Hamlet çok karizmatik bir karakter. En sevdiğim insan tipi. Cool bir espriliği var.

Hamlet, kralın yancısı Polonius’u öldürür. Cesedi de ortadan kaldırır. Kral da sorar Hamlet’e: 
" Polonius nerede?’’ diye. Hamlet bu durur mu yapıştırır cevabı:

“ Cennette. Birini gönderin baksın.
Orada bulamazsa, öteki tarafta kendiniz ararsınız.’’

Uuuu beybi, fena laf soktu. Kavgada söylenmez. 

HAREMİN GÜLÜ VE GONCASI




Haremin Gülü ve Goncası

HÜRREM VE MİHRİMAH SULTAN


Yazarı: Muhterem Yüceyılmaz

Yayınevi: Nesil Yayınları

Basım Yılı: 1. Baskı Şubat 2008 ( Mihrimah Sultan ismiyle )
6. Baskı Eylül 2011

Sayfa Sayısı: 284


“ Bazen hayatın, insanları karşılaştırdığı bir kavşak vardır, bütün yollar oraya çıkar.’’

Hürrem Sultan, Mihrimah Sultan, Selime, Dimitri…

İlk ikisini zaten tanıyorsunuz, diğer ikisini de tanısanız çok seversiniz.

Selime, yaban ellerden alınıp İstanbul’a getirilmiş bir cariye. Kendisini alan konak sahiplerinin yanında işinde gücünde bir kadın.

Dimitri, sevdiği kızla evlenmek üzere olan genç bir madenci.

Selime ve Dimitri’yi hayat bir araya getiriyor, sonra Selime Mihrimah Sultan’la tanışıyor, sonra o onla o onla böyle bir kovalent bağ.

Güzel, naif bir romancık.

İKİ HANIM SULTAN



İKİ HANIM SULTAN

HÜRREM VE MİHRİMAH


Yazarı: Can Alpgüvenç

Yayınevi: Kaynak Yayınları

Basım Yılı: 2. Baskı Aralık 2011

Sayfa Sayısı: 152


“ Bugüne kadar Hürrem Sultan hakkında bildiğiniz her şeyi unutun.’’ isteyen bir kitap ama o iş o kadar kolay değil hacı.

Hürrem Sultan’ın bahsedildiği gibi iktidar hırsı ve öldürücü bir kurnazlığı olmadığını, aslında hayır ve hasenatta yarışan iyi bir insan olduğunu anlatma derdinde kitap. Hürrem Sultan ve onun ağzına bakan Sultan Süleyman tasvirlerini adeta lanetliyor ve ‘’batılı ve batı yanlısı tarihçiler’’ diye aşağılıyor böyle düşünenleri.

Doğrudur. Ben de her ne kadar Hürrem Sultan ve kızı Mihrimah’ın çok akıllı ve güçlü kadınlar olsalar da resmedildiği kadar etkili olduklarını sanmıyorum. Ya da en azından yazarın korktuğu gibi, Sultan Süleyman’ın gücünü gölgede bırakacak kadar değil. Hem olsa ne olur? Bir şey mi azalır Kanuni Sultan Süleyman’ın muhteşemliğinden.

ODA



ODA

(ROOM)


Yazarı: Emma Donoghue

Çeviren: Gül Çağalı Güven

Yayınevi: Doğan Kitap

Basım Yılı: 1. Baskı Şubat 2011

Sayfa Sayısı: 291


A benim çocuğum, a benim yavrum. Bu nasıl kahır bela bir çiledir.

El kadar bebe, g.t kadar odada yaşamaya zorlanıyor. Vah başıma.

Dur, baştan anlatayım.

Pismendeburadamınteki, gencecik bir kızı kandırır ve eve hapseder. Ev de değil, evin bir odası. Hatta oda da değil, kulübe gibi, sığınak gibi, zindan gibi, lanet karanlık bir yer işte.

Burada kızcağız hamile kalır ve bir bebesi olur.

Pismendeburadamınteki, anneye de bebeye de gün yüzü göstermez. Bebe gelir 5 yaşına, ama bildiği bütün dünya yaşadığı oda kadardır. Ötesini bilmez.

Anne buna daha fazla dayanamaz ve kaçış planı yapar.

İşte o kaçış planı ve planın uygulanma anı durağan başlayan kitabın en heyecan verici yeriydi. Hep bir tedirginlik, bir yakalanma korkusu. Her an kötü bir şey olacakmış hissi.

Neyse ki bu his kitabın sonuna kadar sürmüyor. Yaşanmaz bu gerginlikle.

New York Times, kitabı 2010’un en iyi 10 kitabından biri seçmiş. Ben de seçiyorum. 

ATLAS VAZGEÇTİ



ATLAS VAZGEÇTİ

1. BÖLÜM:İtirazsız

(Atlas Shrugged)

                    
Yazarı: Ayn Rand

Çeviri:Belkıs Dişbudak

Yayınevi: Plato Film Yayınları

Basım Yılı: 6. Baskı Haziran 2011

Sayfa Sayısı: 558


3 ciltten oluşan bir kapitalizm manifestosunun ilk kitabı.

Demiryolu işletmecisi Dagny Taggart’ın müthiş başarıları, pastadan herkes pay alsın gerekçesiyle engellenmeye çalışılırken o bunlara pabuç bırakmıyor. Demiryolu konusunda ülkenin bir numarası olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.

Kitap bu çerçevede komünizm eleştirisi yapıyor. Yazarın yaşadığı dönemi gözönüne aldığımızda (Komünist Rusya dönemi) komünizmden çok çektiği açık. Ancak kapitalizmin günümüzde geldiği noktaya baktığımızda yazar bu kitabı 1957’de değil de bugün yazmaya kalksaydı muhtemelen bu kadar kapitalizm sevdalısı olmazdı.

Bu arada kitap, Amerika’yı incilden sonra en çok etkileyen kitapmış.

Gerçekten çok etkileyici bir kitap. Ancak bu kitabı Türkçeye kazandıranın Sinan Çetin olması… Hayat hakikaten çok acayip. Vapurlar falan. 

21 Mayıs 2012 Pazartesi

İKİ CAMİ ARASINDA AŞK


İKİ CAMİ ARASINDA AŞK


Yazarı: Mürvet Sarıyıldız

Yayınevi:Mola Kitap

Basım Yılı:1. Baskı Mart 2012

Sayfa Sayısı: 255


Mimar Sinan’dan tiksindim. Ve bu tamamen kitabın dili ve üslubu yüzünden. O kadar sığ, o kadar basit, o kadar… Mimar Sinan ancak bu kadar ergen ve abazan olarak yazılabilirdi. Bunu başarabilen yazarı tebrik ediyorum.

Mimar Sinan’ın Mihrimah’a olan aşkı başka bazı kitaplarda okurken bende saygı uyandırmıştı. Biraz acıma ama daha çok saygı.

Fakat bu kitapta tiksinti uyandırdı. Mimar Sinan’ın Mihrimah’ın peşinde şapşal aşık olması, karısına ilgisiz ve hatta kötü davranması canımı sıktı.

Bir de mesela başka bazı kitaplarda hiç düşünmemiştim ama bu kitapta ya Mimar Sinan’ın karısı, başka bir adama aşık olsaydı diye düşündüm. Bunu aklıma getirdi. O zaman karısı ne yapardı? Bunu kocasına söyler miydi, söyleyebilir miydi, Mimar Sinan bu durumda ne yapardı?

Sevmedim bu kitabı. Burada resmedilen Mimar Sinan’ı da sevmedim. Hatta buradaki Mihrimah’ı da sevmedim. Kendisi bu aşkın öznesi olmasına rağmen kitapta nerdeyse yoktu.

Bir de kitabın sol sayfaları boş. Orada cami silüeti ve bir de ay var. O ay her sayfada aşaı iniyor iniyor, sonra batıyor. Allah’ım ne kadar da zekice (!)

BİN MUHTEŞEM GÜNEŞ



BİN MUHTEŞEM GÜNEŞ

( A Thousand Splendid Suns)


Yazarı: Khaled Hosseini

İngilizceden Çeviren: Püren Özgören

Yayınevi: Everest Yayınları

Basım Yılı:1. Basım Eylül 2008, 13. Basım Şubat 2010

Sayfa Sayısı: 492


İki Afgan kadın. Meryem ve Leyla.

Kimse kusura bakmasın. Ben bu öyküyü unutmak istemiyorum. O yüzden kitabın heyecanlı heyecansız kısımlarını da anlatmak suretiyle kitabın özetini yazacağım. Baştan uyarayım da sonra “ Vay efendim, niye onu yazdın, ne anlamı kaldı şimdi kitabı okumanın?’’ gibi yakınmalarla gelmeyin.

Önce Meryem'i tanıyoruz. Gayrimeşru bir bebe. ''Harami'' diye geçiyor kitapta. Bizdeki ''piç''

Babası Celil her ne kadar kendisini sevse de onu kendi ailesine, kendi evine almıyor. Annesiyle uzakta küçük bir kulübede yaşamaya zorluyor. Haftada birkaç kez ziyaretine geliyor fakat babalık namına yaptığı tek şey bu. Nitekim Meryem co, (kitapta öyle geçiyor. Bir çeşit sevgi sözcüğü gibi sanırım) annesini bırakıp babasının yanına gittiğinde babası onu eve almıyor bile. Daha sonra eve aldığındaysa onu Raşid denen bir adamla evlendirip evden gönderiyor.

Sonra Leyla'yı tanıyoruz. Öğretmen ve sevecen bir babanın kızı. Okuluna gidip gelen, eğitimine önem veren. Fakat Afganistan'daki rejim değişiklikleri ve iç savaşlar nedeniyle okulu bırakmak zorunda kalır.

Leyla'nın sevgilisi Tarık da aşağı yukarı benzer bir durumdadır. Tarık ve ailesi göç eder. Onların ardından Leyla ve ailesi de evi ve ülkelerini terketmek üzereyken bir bomba evlerine düşer ve Leyla'nın anne babası ölür.

Bir başına kalan Leyla'ya, komşusu Meryem ve Raşid sahip çıkar. Fakat Raşid'in niyeti bozuktur. Leyla'nın kocası olur.Bu arada Tarık'ın ölüm haberini alan Leyla da Raşid'in karısı olmayı kabul eder.

Meryem, başlangıçta bu durumdan çok rahatsız olsa da zamanla Leyla ve Meryem can ciğer kuzu sarması olurlar.

Tarık'ın da ölmediği, yıllar sonra capcanlı bir şekilde Leyla'nın karşısına çıkmasından anlaşılır. 

Leyla'nın Tarık ile görüştüğünü öğrenen Raşid çok öfkelenir tabi. O öfkeyle Leyla'nın gırtlağına yapışır. Leyla ölmek üzereyken onu Raşid'e kürekle vurup etkisiz hale getiren Meryem kurtarır. Meryem bunun üzerine ,Leyla'nın tüm engellemelerine rağmen gidip teslim olur. Ve idam edilir.

Leyla da Tarık ve çocukları ile mutlu bir hayat yaşar. Yani ne kadar mutlu olabilirse işte.

20 Mayıs 2012 Pazar

CARİYENİN KIZI MİHRİMAH




CARİYENİN KIZI MİHRİMAH

Yazarı: Demet Altınyeleklioğlu

Yayınevi: Artemis Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım Ağustos 2010, 15. Basım Ekim 2011

Sayfa Sayısı: 763

Tarihi olaylar böyle bir roman içinde, üstelik de sürükleyici bir roman içinde anlatılınca ben ne kadar da güzel anlıyorum. Elbette birebir tarihi gerçekliğe bağlı kalınmamış olabilir, sonuçta bir roman, ama tarihi gerçeklerden ilham alarak yazıldığı da gözardı edilmemeli.

Hürrem Sultan'ın kızı Mihrimah, tam da anasının kızı. Ne anasının gözü. Bir de güzel, bir de akıllı. Babasının güneşi.

Hürrem'in, kızına şahane bir lafı var. Erkek çocuklara daha fazla önem verildiğini düşünen Mihrimah, annesine  ''Kadınlar neden devlet yönetemesin?'' diye yakınır. Bunun üzerine Hürrem Sultan kızına '' Erkek dünyayı yönetir. Kadın da dünyayı yöneten erkeği yönetir.'' der. Bunun örneklerini de roman boyunca sık sık gösterir.

Mihrimah, annesinin zoruyla Rüstem Paşa ile evlenmek zorunda kalır. Çünkü Rüstem Paşa, Hürrem ve çocuklarını, şehzade Mustafa'nın annesi Mahidevran Gülbahar'dan koruyabilecek yegane insandır. Hürrem'e bağlılığıyla Rüstem, Gülbahar'ın ve oğlu Mustafa'nın ortadan kaldırılması için elinden geleni yapar.

Bu arada Mihrimah'tan bahsedip Mimar Sinan'dan bahsetmemek olmaz. 

Kitaba göre Mimar Sinan, tebdil-i kıyafet Ayasofya'ya gelen Mihrimah'ı ilk kez burada görür. Tabi onun Padişahın kızı Mihrimah olduğunu bilmeden. Görür görmez vurulduğu bu güzelin Padişahın kızı olduğunu öğrendiğinde aralarındaki uçurumu farkeder. Hoş gerçi öncesinde de farkındaydı. Aralarında dev bir yaş farkı vardı. Üstüne üstlük Sinan evliydi. Ama gönül ferman dinlemiyor a dostlar.
Süperkulade sürükleyici ve akıcı bir kitap. Kitabın hacmi korkutmasın. Başlayınca nasıl bu kadar çabuk bitirdiğinize şaşıracaksınız. Akıyor adeta kitap. Su gibi.

DÖNEMEÇ


DÖNEMEÇ

'' AKP'li Yıllar ''

Yazarı: Mahir Kaynak

Yayınevi: Truva Yayınları

Basım Yılı: 1. Baskı 2009

Sayfa Sayısı: 248


Mahir Kaynak. Bir zamanlar pek okurdum kendisini ama sanırım artık ilgim azaldı. 

İş için gittiğim bir şehir dışı seyahatimde iş sonrası etrafı gezinirken girdiğim bir kitapçıda rastladım bu kitaba. 1 liraydı fiyatı. Hiç düşünmeden aldım. Fiyatı 1 lira olan şeyleri zaten genellikle hiç düşünmeden alıyorum. Halbuki oturup azıcık düşünsem 1 liranın da tek başına belki çok da büyük bir para olmadığını, ama diğer 1 liralarla bir araya geldiğinde belki de Türkiye'nin dış borçlarını bile kapatmaya yetecek kadar büyük bir para olduğunu idrak edeceğim. Zira malumunuzdur ''Herkes 1 lira verse...'' diye başlayan bir cümlede noktalı yere konabilecek pek çok alternatif bulunmakta. 

Neyse aldım ben bu kitabı, okumaya da başladım ama devamını getiremedim. Kitabın 2009'da yazıldığını gözönünde bulundurursak konuların artık güncelliğini yitirmiş olması da bunda etkili oldu belki de. AKP'nin kapatılması, Davos, türban gibi konulara dokunmuş Mahir Kaynak. Ama sadece dokunmuş. Dokunmuş geçmiş. Teğet geçmiş bu konulara. Doyurucu bir yorum ve açıklama yer almıyor.

SULTANI ÖLDÜRMEK




SULTANI ÖLDÜRMEK

Yazarı: Ahmet Ümit

Yayınevi: Everest Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım Nisan 2012

Sayfa Sayısı: 517


Dünya çapında ün salmış, saygıdeğer bir tarihçi esrarengiz bir biçimde öldürülür. Ölümünün arkasında son zamanlarda araştırmasını yaptığı konu olduğu düşünülür. Zira bu tarihçimiz Fatih Sultan Mehmet'in tahta geçmek için babasını zehirlediği savını araştırmaktadır. Bu iddia çok tehlikeli bulunur. Çünkü Fatih Sultan Mehmet gibi değeri tartışılmaz bir büyük hakanın böyle birşey yaptığının değil kanıtlanması, iddia olarak dillendirilmesi bile toplumda infial yaratabilir. Bunu önlemek isteyen fanatikler yapmıştır bu cinayeti diye akıl yürütülür başta.

Bu çerçevede Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un fethi de araya sıkıştırılır. Ki kitabın bence en güzel kısmı da bu kısımlardı. 

Geriye kalan kısımlar, cinayeti araştıran ve maktulün kendisi gibi tarihçi olan eski sevgilisi Müştak Bey'in kendi iç sesiydi. Ve o kadar baygınlık vericiydi ki. Ahmet Ümit bunu hep yapıyor. Karakterlerin aklından geçenleri o kadar ayrıntılı ama o kadar gereksiz ayrıntılı anlatıyor ki ''yangın var'' diye bağırasım geliyor. O kadar hafakanlar basıyor anlayacağınız.

Müştak Bey'in  psikojenik füg sanrıları ve bitmek bilmez iç seslerini geçersek, geriye kalan güzel bir roman.

YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN TİYATRO TARİHİ




YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN TİYATRO TARİHİ

( Historia Del Teatro Para Principiantes)

Yazarı: Nerio Tello

Çevirmen: Deniz Eyüce

Çizer: Alejandro Ravassi

Yayınevi: Habitus Yayıncılık

Basım Yılı: 1. Baskı 2012

Sayfa Sayısı: 194


Bir isim bir kitaba ancak bu kadar uyar. Gerçekten tam anlamıyla ''yeni başlayanlar için'' niteliğinde bir kitap bu.

Hani ingilizceye yeni başlayanlar için beginner (başlangıç) seviyede ingilizce kitaplar olur ya. Aynı mantık. 

Bir de resimli. Hatta az yazılı, bol resimli. Yazıyla anlattıklarını resimle, çizgi dizi şeklinde destekliyor. İsmi geçen tiyatrocuların, yönetmen olsun, dramaturg olsun karikatürleri, bahsi geçen tiyatro terimlerinin de resimli anlatımları var. Çok lazım değilmiş aslında resimli, çizimli olması ama okuma kolaylığı sağlıyor. 

Tiyatro konusunda ana yemekten önce yenen aperatif gibi. Bununla karnınızı doyurmayınız, ana yemeği de yiyiniz. 

13 Mayıs 2012 Pazar

SAMİZDAT





SAMİZDAT

Yazarı: Soner Yalçın

Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi

Basım Yılı: 2012

Sayfa Sayısı: 549


Önce kitabın ilginç isminin ne demek olduğundan başlamak istiyorum. '' Olağanüstü dönemlerde, baskıdan-sansürden kaçabilmek için kitaplar, tüm tehlikeler göze alınarak gizlice yazılıp, gizlice basılıp, gizlice dağıtılır.Ruslar bu tür kitaplara 'samizdat' adını koydu ve bu isim evrensel hale geldi .'' sf 529

Kitabın basım süreci gözönünde bulundurulduğunda - yayınevinin kitabı basmamak için Soner Yalçın'ı sürekli oyalaması gibi - gerçekten bu adın çok  uygun olduğu görülüyor.

Soner Yalçın, Ergenekon terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla 14 şubat 2011'de tutuklanıyor. Görünürdeki sebep bu olmasına rağmen, perde arkasında iktidara muhalif sesleri susturmak, bunu yapan basın organlarını ortadan kaldırmak olduğunu düşünüyor. Bu düşüncesinin gerçek olduğunu ortaya koyan pek çok da emare var kitapta.

Soner Yalçın'ın bahsi geçen terör örgütüne üye olup olmaması beni ilgilendirmiyor. Ki başlarda bu Ergenekon soruşturmalarının önemli olduğunu düşünürken şimdi işin çivisinin çıktığını görüyorum. Beni esas ilgilendiren nokta da burada başlıyor. Bir hukukçu olarak öncelikle tutukluluğun cezaya dönüştürülmesi beni çileden çıkarıyor, sonra da insanların yetersiz delillere dayanılarak haklarında bir takım suçlamalarda bulunulması. Hepsinden önemlisi de '' Suçluluğu ispatlanıncaya kadar herkes suçsuzdur.'' diyen evrensel masumiyet karinesinin hiçe sayılması. 

Soner Yalçın da tüm bu hukuki cinayetlerin kurbanı olmuş. 

Bütün düğüm Soner Yalçın'ın başlarda CHP'nin TV kanalı olarak yayın yapan Halk TV'yi satın almak istemesinde toplanıyor. Denilen o ki Soner Yalçın Halk TV'yi alıp iktidar eleştirisi yapabileceği bir kanal haline getirecekmiş. Fakat Deniz Baykal buna müsaade etmemiş. Soner Yalçın ve ekibi de Deniz Baykal'a seks görüntülü kasetleriyle şantaj yapmış.

Kulağa hiç inandırıcı gelmiyor. Ama mesele inanıp inanmamak değil. Eldeki veriler önemli olan. Peki savcıların elinde bunu ispatlayan ne var? Bir takım dijital dökümler. CD'ler, DVD'ler, telefon tapeleri. Peki bilirkişiler bunlar hakkında ne diyor? '' Sahte''. Hatta bir kısmı savcılarca ve hakimlerce de kabul edildiği üzere ''sehven'' elde edilmiş deliller. 

Bir hukukçu olarak meselenin bu kısmı beni daha çok ilgilendiriyor. Hani ''Hukuka aykırı delillere dayanılarak hüküm kurulamaz''dı. Hani '' Zehirli ağacın meyvesi de zehirli olurdu.''

Ergenekon yargıçları zaman zaman basında kaleme alınan yazıların Ergenekon yargılamasını sulandırdığını belirtmişti. Halbuki ortada bu meseleyi sulandıran birileri varsa hukuksuzlukları ve hatta mantıksızlıkları kör gözün parmağına sokanlardır. 

Ergenekon adında bir terör örgütü olup olmadığını değil ama ortada adalet ve hukuk olmadığını çok net görüyorum. 

7 Mayıs 2012 Pazartesi

AMAT



AMAT

Yazarı: İhsan Oktay Anar

Yayınevi: İletişim Yayınları

Basım Yılı: 1. Baskı- 2005, 10.Baskı- 2012

Sayfa Sayısı: 239


Bir gemi dolusu adam. Bu gemi nereye gidiyor, niçin gidiyor, olayı ne?

İhsan Oktay Anar'ın kitapları arasında bence son sırada. Diğerleri bundan daha iyi.

Kafa açan bir dolu denizcilik terimi. Daha okurken anlamadığım terimler. Anlamak için de kasmadım zaten.
O gemide olmayı da hiç istemedim. O ne pis adamlar öyle. Allah'ın pisleri ya. Kaptanı  ayrı, tayfası ayrı.

Kafam oldu Titanik. Buz dağı var kafamın içinde. Batıyor, kafam batıyor şu an. 

EFRASİYAB'IN HİKAYELERİ





EFRASİYAB'IN HİKAYELERİ

Yazarı: İhsan Oktay Anar

Yayınevi: İletişim Yayınları

Basım Yılı: 1. Baskı-1998, 23.Baskı 2011

Sayfa Sayısı: 242


Canını almaya geldiği ihtiyarla birbirlerine hikayeler anlatarak keyiflenen Azrail, diğer taraftan da başka bir canın peşindedir. Ne güzelmiş. Benim de canımı almaya böyle bir ölüm meleği gelecekse, buyursun gelsin. Sohbet muhabbet güle oynaya gideriz. Mis.

Ben aslında hikaye sevmem. Hikaye türü kitaplar da ilgimi çekmez pek. Romancıyım ben.

Ve bu kitap beni kandırdı. Roman ayağına hikayeler okuttu bana. Ama hoşuma da gitmedi değil hani. 
Öykülerin, bir roman içerisinde eritilmesi çok hoşuma gitti hem de.

Roman içinde hikaye.İçinde hikaye. İçinde roman.





ÇALIŞMAK SAĞLIĞA ZARARLIDIR





ÇALIŞMAK SAĞLIĞA ZARARLIDIR

( Travailler Peut Nuire Gravement a Votre Sante )

Yazarı: Annie Thebaud-Mony

Fransızcadan Çeviren: Ayşe Güren

Yayınevi: Ayrıntı Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım - 2012

Sayfa Sayısı: 277


'' Çalışırken Ölüyoruz, Yaralanıyoruz, Hasta Oluyoruz!'' sunuşuyla başlıyor kitap. Sadece biz değil ama dünyanın her yerinde böyle ne yazık ki. İşin riskleri konusunda yeterince bilgilendirilmeyen, gerekli önlemlerin alınmadığı tehlikeli koşullarda çalışan ve sonuçta ölen, yaralanan, hasta olan işçiler.Peki sorumlular?..

İşte kitap bu sorumluları soruyor. İşverenlerin bu kadar çabuk yakayı kurtarmasından rahatsızlığını dile getiriyor.
İşverenler hakkında neden Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerinin uygulanmadığını sorguluyor. '' Taksirle insan öldürme'', '' ''Tehlikedeki insana yardım etmeme suçu'' , '' Ani ölüme ya da intihara sürükleyen şiddet'' , ''Onura saldırı'' gibi.

Buna benzer maddeler bizim kanunumuzda da var. Yine ''Taksirle öldürme'', '' Genel güvenliğin kasten/ taksirle tehlikeye sokulması'' , ''Tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi'' , ''İnşaat veya yıkımla ilgili emniyet kurallarına uymama'' , '' İşaret ve engel koymama'' gibi.

İş kazalarında işverenler hakkında bu ceza maddeleri işleme koyuluyor mu? Koyuluyorsa sonuç ne oluyor?

Kitaptan anlaşıldığı kadarıyla Fransa'da işverenler hakkında bu ceza maddeleri ya hiç uygulanmuyor ya da göstermelik bir yargılama yapılıp çok ufak cezalarla veya tamamen cezasızlıkla olay geçiştiriliyor.

Bu tezini pek çok örnekle doğruluyor yazar. 

Yazar Fransız. Araştırmaları da Fransa'daki örneklere dayanıyor ama biz konuya hiç Fransız değiliz. Radikal'den Pınar Öğünç'ün şu yazısı da bizden bir örnek mesela. Bu kitapla tanışmamda bu yazı ile olmuştu zaten:

 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1084335&Yazar=PINAR-OGUNC&CategoryID=97