31 Temmuz 2013 Çarşamba

KIZIL DARI TARLALARI



KIZIL DARI TARLALARI

( Hong Gaoliang Jiazu)

Yazarı: Mo Yan

Çince aslından çeviren: Erdem Kurtuldu

Yayınevi: Can Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım - Haziran 2013

Sayfa Sayısı: 522

Mo Yan, 2012 Nobel Edebiyat ödülü sahibi Çinli yazar. 

Haziran 2013'e kadar yazarın Türkçe'ye çevrilmiş bir kitabı yoktu. Can Yayınları ilk çeviriyi yaptı. Kızıl Darı Tarlaları. Hayırlı uğurlu olsun.

Başlarda güzel gidiyordu. 

Çin- Japonya savaşı ana tema. 

Yazar, bu savaşı dedesi, ninesi, babası, dostları ve köyleri ekseninde anlatıyor.

Bu anlatımı mış'lı geçmiş zaman'la yapıyor. "Ninem içkinin kokusunu alınca dili kaşınmış, bu sırada babam karnında tekrar hareket etmiş. Babam da içki içmek istemiş. Ninem kepçeyi almış..."

Yapmış, etmiş, gitmiş, gelmiş... bu dil baştan yadırgatıcı geldi ama sonra kanıksadım. 

İşte başta herşey iyiydi. Olağanüstü ninesi, dedesi, tanışmaları, zenginlik, içki yapımı...

Derken sonlara doğru ben bir gevşedim, ne okuduğumu anlamaz hale geldim, bitse de gitsek moduna girdim. Sonra da bıraktım gitti.

Okuyan sonra bir zahmet bana da anlatsa ne mutlu olurum.

Beni açmadı. 

HUZUR SOKAĞI


HUZUR SOKAĞI

Yazarı: Şule Yüksel Şenler

Yayınevi: Timaş Yayınları

Basım Yılı: 101. Baskı - 2011

Sayfa Sayısı: 544

Hastalıklı bir kitap dersem, çok sert bir giriş olur değil mi?

Okurken ilk izlenimim bu oldu ama ne yazık ki.

Başı açık, hele bir de mini etekli, makyajlı kızları şeytanın ta kendisi, ahlaksız hatta dinsiz gösteren ifadeleri sağlıklı bulmaya imkan var mı?

Kitap baştan aşağı bu mesajla dolu. 

Yazar bir yandan İslam propogandası yapmaya çalışıyor, İslam dininin ne kadar iyi, güzel, hoş, huzur verici olduğuna ikna etmeye çabalıyor; öbür yandan belirlediği İslami şablona uymayan insanları müthiş bir nefret söylemi ile karalıyor.

Bu noktada  kitabın yazıldığı döneme bakmakta fayda var. 
Yıl 1969. 
Dinini yaşamak isteyenler için gerçekten baskıların olduğu bir dönem söz konusu. Namaz kılmanın, baş örtülü olmanın gericilik algısı yarattığı, modern olmanın kılık kıyafetle ölçüldüğü bir dönem. 

70'li yılların Türk filmlerine baktığınızda da bunu görürsünüz mesela. Din dışlanmıştır bu filmlerde. Din ile en yakın temas, başına bir sürü kötü olay gelen saf ve masum başrol kadınının cami veya türbe avlusuna gidip dua etmesidir. O avlunun da genellikle demir parmaklıkları görülür. 

İşte böyle bir dönemde çıkıyor Huzur Sokağı. Baktığınızda adeta bir başkaldırı niteliğinde. O dışlanmışlığın biriktirdikleri bir bir dökülüyor. 

Ana karakter Feyza, dini bütün bir kadın ama hiç de cahil değil. Bu, o dönem için ezber bozan bir özellik. Çünkü kapalı olmak, namaz kılmak, ibadetlerini yerine getirmek cahil köylü kadınlara yakıştırılıyor. Okumuş bir kadın nasıl olur da başını örter, namaz kılar? 

Aynı algı erkekler için de geçerli. Bir doktor, bir mühendis nasıl olur da kapalı bir kadınla evlenir, bu ne gericilik?

Roman boyu dönemin anlayışının bu olduğu göze çarpıyor. İşte kitap da bu anlayışı yıkmak gayesini taşıyor. Yalnız bunu yaparken kendisi de başka bir sakat anlayışa yol açıyor. Bu defa da başı açık kadınlar, dışarıda çalışan kadınlar kötüleniyor. 

Ben bunu öc almak diye yorumlayacağım. Dışlanmışlığın, ötekileştirilmişliğin öcü bu şekilde alınmaya çalışılmış. 

İşe de yaramış ki 101 baskı yapmış kitap, üstüne dizisi de yapıldı.

Dizisini izlemedim. Kitabı okuduktan sonra diziyi nasıl işlemişler, merak ettim. 

Gerçekten de televizyon için iyi bir hikayesi var kitabın.

Huzur Sokağı, adını gayet iyi taşıyan bir sokak. Herkes birbirini seviyor, sayıyor.

Feyza, zengin, şımarık bir kız. Feyza ve ailesi Huzur Sokağı'na yeni yapılan apartmana taşınıyorlar. 

Feyza'ların oturduğu apartmanın karşısında Bilal ve annesi oturuyor. Bilal herkesin sevip saydığı, dini bütün bir genç.

Feyza ve Bilal, görür görmez birbirlerine aşık oluyorlar.

Ama Bilal, Feyza'nın asri ve süfli bir kız olması nedeniyle ondan uzak duruyor. ("asri" ve "süfli" kitapta sık sık geçen kelimeler) 

Feyza, Bilal'i kendisine aşık etmek için ona aslında namaz kılan bir kız olduğu bilgisini ulaştırıyor. 

Bunu duyan Bilal, çok seviniyor ama sonra bunun yalan olduğunu öğrenince yıkılıyor.

Feyza'dan uzaklaşmak için apar topar başka bir kadınla evleniyor. Mantık evliliği oluyor bu, kalbi hala Feyza'da ama karısıyla da iyi geçiniyor.

Feyza da başka bir adamla evleniyor.

Feyza ve kocası sürekli partilerde, eğlencelerde. Buralarda Feyza'nın kocasının karısını meta olarak görmesi, onu kıskanmaması, erkeklerin karısına bakmasından gurur duyması, erkekler beğensin diye karısının süslenmesini istemesi... gibi şeyler işleniyor bol bol. 

Sonraları Feyza dadısı sayesinde İslam dini ile tanışıyor. Dini kitaplar okumaya başlıyor. Derken artık yaşadığı cemiyet hayatı Feyza'ya zor geliyor. 

Bu yüzden kocasından boşanıyor. Huzur Sokağı'ndaki baba evine dönüyor ama annesi, babası, kardeşi ölüyor. 

Hayatta bir tek kızı ve dadısı kalıyor. Huzur Sokağı sakinleri onlara gayet iyi bakıyor. Çünkü Feyza'daki değişim Huzur Sokağı sakinlerini çok memnun ediyor. Evde dikiş yaparak geçimini sağlamaya çalışıyor Feyza.

Feyza'nın kızı Hilal okul çağına geliyor. Onun okul dönemi epey sıkıntılı geçiyor.

Feyza kızını İslamiyete uygun yetiştirmeye çalışıyor. Ama okulda öğretmenleri sık sık sorun çıkarıyor. 

Bu okul bölümü çok uzun ve meşakkatli bir oluyor.

Bu arada Bilal'den uzun bir süre haber alamıyoruz. Bir kere gazetede çıkıyor. Çok zengin olmuş, o kadar biliyoruz. Nasıldır, nerede yaşar, bilgimiz yok.

Ta ki bir gün Feyza çarşıda Bilal'e rastlayana kadar. 

Fakat Feyza, Bilal'i görür görmez kaçıyor. O kadar kaçıyor ki Huzur Sokağı'ndaki evinden taşınıyor. Çünkü düşünüyor ki Bilal evli bir adam. Şimdi Feyza'yı görünce eski aşkı depreşir, karısını bırakıp kendisine gelir. Feyza yuva yıkan kadın olmak istemediği için Bilal'in kendisini bulamayacağı bir yere gidiyor.

Halbuki Bilal'in karısı öldü. Annesi de. Bilal artık oğluyla birlikte yaşıyor. Feyza ise bunu çok sonraları öğrenecek.

Bilal, Feyza'yı arıyor arıyor ama bulamıyor. Sonra da işinin başına dönüyor.

Yıllar geiyor. Hilal büyüyor, bu arada Feyza da hafiften yaşlanıyor, hastalanıyor.

Hastaneye kaldırıyorlar Feyza'yı. (Kitabın sonlarına geliyorum, sonunu söyleyeceğim yavaş yavaş)

Hastanede Feyza'yla ilgilenen doktorlardan Nusret, Hilal'e aşık oluyor. Hilal de ona.  Nusret'in kim olduğunu tahmin etmek zor olmuyor. Siz de tahmin edin. Nusret kim?

Eveeeet, Nusret Bilal'in oğlu. Ama bunu Feyza henüz bilmiyor.

Kitabı okurken bunun ne güzel bir tesadüf olduğunu düşündüm. Oh şimdi Bilal ile Feyza da bu vesileyle karşılaşır, herkes muradına erer.

Ben böyle düşünürkene aksiliğe bak. 

Nusret, uyuşturucu kaçakçılarının iftirasına kurban gidiyor. Bu kaçakçılar arasında Feyza'nın eski kocasının da parmağı var.

Feyza bu oyunu bozacak delillere ulaşıyor.

Nusret'in yargılanacağı mahkeme günü geliyor. Ki burada gerek romanlar olsun, gerek diziler, filmler olsun, pek çok yerli eserde görülen gerçek üstü bir duruşma sahnesi yaşanıyor.

Feyza bir yandan delillerini mahkemeye sunar, bir yandan da eski kocasını ihbar eder. Feyza tam eski kocasının  uyuşturucuları alacağı yeri söyleyecekken vurulur. Olay yerinin yazılı olduğu kağıdı alan hakim hemen emniyete haber verir. Evet tüm bunlar duruşmada oluyor. Tebessüm ediyorum acizane.

Uzun zamandır ortalıkta gözükmeyen Bilal de mahkemede ortaya çıkıyor. Nihayet Feyza ve  Bilal karşılaşıyorlar. 

Ama yazar mutlu sonla bitirmiyor kitabı. 

Feyza, atılan kurşunun etkisiyle ağır yaralanıyor. 

Ve... Dilim varmıyor söylemeye ama ölüyor. 

Sonu böyle bitmeyeydi iyiydi. Kavuşsaydı sevenler.

21 Temmuz 2013 Pazar

SICAK YAZ


SICAK YAZ

(Heisser Sommer)

Yazarı: Uwe Timm

Almanca Aslından Çeviren: Zehra Aksu Yılmazer

Yayınevi: Can Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım - Temmuz 2008

Sayfa Sayısı: 293


Uwe Timm, Alman 68 kuşağı yazarlarından biriymiş. Kitabında da Almanya'daki 68 Olaylarını anlatıyor.

Bu anlatıyı bir üniversite öğrencisinin çerçevesinden yapıyor.

Bu öğrenci Ulrich. Kendisi politikaya ilgi duymayan bir öğrenciyken zamanla politik bir eylemciye dönüşüyor.

Bu kısım tanıdık geldi değil mi? 

Bizde de özellikle apolitik yetiştirilmiş bir nesil, Gezi Olayları ile birlikte politika konuşur hale geldi.

Bu anlamda kitapla ufak tefek bazı benzerlikler var. 

Mesela Ulrich, eylemlere katılıp katılmamak noktasında tereddütte kalıyor. Devletin polis şiddetiyle öğrencileri öldürmesine kayıtsız kalamıyor, çok öfkeleniyor, ama iş bu nedenle sokağa çıkıp protesto etmeye gelince korkuyor, okuldan atılmaktan korkuyor, tutuklanmaktan korkuyor.

Alman gençliğinin üniversite eylemleri, sokak çatışmaları... falan iyi hoş da kitabı çok da tavsiye edemeyeceğim ama. Ikına ıkına okudum. 

Bir kere kitabın üslubu bir milyon. Sık sık geriye dönüşler (flashback) var. O kadar sık ki bazen iki paragrafta bir geriye dönüş var. Bir şimdi, bir geçmiş, bir şimdi, bir geçmiş.

Hatta bazen cümle cümle böyle. Bir cümlede şimdideyiz, sonraki cümlede Ulrich'in ergenliğinde, sonra tekrar şimdide.

Ergenlik demişken Ulrich'in 20'li yaşlarda olmasına rağmen yer yer ergen hezeyanları tutuyor, o da ayrıca sevimsiz. 

Babası buna üniversiteyi okusun, bir an önce mezun olup eve ekmek getirsin diye para gönderiyor. Ki ailesinin durumu da pek iyi değil. 

Babası soruyor buna "Okul nasıl gidiyor, mezun oluyor musun?" Bu terelelli hemen esiyor gürlüyor, üç kuruş para veriyorsun diye böyle davranamazsın da bilmem ne... Çarp ağzına iki tane. Ama tabi bunlar Alman olduğu için çarpmak, dövmek falan yok. Şaka la. Koca adam sonuçta, basıyor gidiyor, okulu da asıyor. Böyle git-gelli bir çocuk. Bizim oralarda "estirekli" denir böylesine.

Bağlıyorum, 

kitabın konusu ilgi çekici, ama dili o kadar ilgi çekici değil, okuması zor, akmıyor çünkü kitap. Yordu beni. Ama kitap kapağı güzel. 

ACIMAK


ACIMAK

Yazarı: Reşat Nuri Güntekin

Yayınevi: İnkılap Kitabevi

Sayfa Sayısı: 152


Zehra, başarılı bir öğretmendir. Son derece ahlaklı, namuslu, disiplinli. Bu özellikleriyle herkesin saygısını kazanmıştır.

Yalnızca bir kötü huyu vardır. O da acıma duygusunun olmaması. Kötü ahlaklı ya da ahlakı zayıf çocuklara acımamakta, okuldan göndermektedir. Ya da disiplinsiz davranışlarda bulunanları affetmemektedir. 

Bir gün Zehra'ya bir haber gelir. Babası ölüm döşeğindedir ve Zehra'yı görmek istemektedir.

Zehra ise bir babası olmadığını söyleyerek gitmeyi reddeder.

Ama sonra nedense atlar trene ve gitmeye karar verir.

Zehra bu tren yolculuğunda gemişe dalar. Tabi biz okuyucular da onunla birlikte dalarız ve bakarız Zehra neden babasını reddetmiş? Neden babasını yok sayacak kadar öfkeli.

Okudukça Zehra'ya hak veririz. Öyle baba olmaz olsun, deriz.

Zehra, babasının son nefesine yetişemez. Babası ölmüştür o geldiğinde.

Babasının emanetlerini verirler Zehra'ya. Bu emanetler arasında babasının hatıra defteri de vardır. O hatıra defterinde yazılanlarsa hiç birşeyin göründüğü gibi olmadığını tokat gibi çarpar.

Zehra bu yaşına kadar hep annesini ve anneannesini mağdur olarak görmüştür. Babası zalimdi, annesi ve anneannesi onun zulmünü görüyordu. Onlara yazıktı, onlara günahtı.

Fakat, iş aslında hiç de göründüğü gibi değilmiş meğer.

Babanın hatıra defterinin daha ilk sayfalarında anlaşılıyor madalyonun öbür yüzü. Sayfalar ilerledikçe de herşey netliğe kavuşuyor.

Sonrasında ise dev bir pişmanlık.

Reşat Nuri Güntekin, tam anlamıyla "Hiçbir şey göründüğü gibi değildir"in romanını yazmış.

TAYYİP'İN VOLELERİ


TAYYİP'İN VOLELERİ

Cemaat Ekonomisinin İşleyişi: "Peçeli Holding" Ağı

(Telefon Kayıtları, Resmi Yazılar, Wikileaks Kriptoları)

Yazarı: Deniz Yıldırım

Yayınevi: Kaynak Yayınları

Basım Yılı: 4. Basım - Eylül 2012

Sayfa Sayısı: 248


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gerek telefon kayıtları ile, gerek resmi yazılarla ortaya çıkan yolsuzluk iddialarının ele alındığı bir kitap bu. Adından da zaten anlaşılıyor.

Mesela nedir bu iddialar, başlıklar halinde vereyim; 

TÜPRAŞ, 

İslami Holdingler, 

Deniz Feneri,

Tayyip Erdoğan'ın damadı Berat Albayrak'ın genel müdürlüğünü yaptığı Çalık Holding'in Samsun-Ceyhan boru hattını ihalesiz alması, 

Enerji Pyasası Düzenleme Kurulu'nun ilk özel rafineri kurma ruhsatını Çalık'ın alması, 

Ali Dibo mekanizması, 

Devlet arazilerinin satışlarıyla ilgili yağma, 

Enerji alanındaki yolsuzluklar, 

Devlet ihalelerinin yandaşlara sıradışı yollarla verilmesi, mesela Ülker Grubu'na bağlı Data-Teknik'in son yıllarda yapılan kamu bilgisayar iletişim altyapı ihalelerinin tamamına yakınını kazanması. Milli Eğitim Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Türk Telekom, PTT bunlardan bazıları.  

22 Eylül 2003'te Ali Babacan'ın Devlet Bakanı sıfatıyla ABD'lilerle Türkiye'nin Irak işgaliyle doğan ekonomik zararlarının telafisi için yaptığı esrarengiz hibe anlaşması, esrarengiz çünkü söz konusu anlaşma Meclis'e getirilmediği gibi muhalefetin taleplerine rağmen anlaşma metninin verilmemesi, 

Yalova Karayolunda bulunan AKSA Fabrikası'nda elyaf üretimi maskesi altında, İsrail'e kimyasal silah üretilmesi, 

TEKEL özellştirmesindeki kamu zararı, 

Fındık spekülatörü Cüneyt Zapsu'un başbakan desteğiyle FİSKOBİRLİK'in alımlarına kendi çıkarları çerçevesinde yön vermesi, 

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan desem zaten gerisini yazmaya pek gerek yok.

Say say bitmiyor anlayacağınız.



Birka tane de ayrıntılı örnek;

İGDAŞ

1998 yılında İGDAŞ'ta sayaç okuma işi için ihale yapılıyor. Dönemin belediye başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın arkadaşı olan Ahmet Handi Pınarcık ile yine Erdoğan'ın danışmanlarından Tufan Mengi'nin ortağı olduğu Lonca A.Ş, İSKİ'de 21 Cent'e yaptığı bu işi ihaleyle 1 dolar 55 Cent'e alıyor. Yani aynı işi yedi kat pahalıya yapıyor. Böylece İstanbulluların doğalgaz faturalarına yansıtılan bu ücretle Lonca A.Ş 22,5 trilyonluk haksız kazanç sağlıyor.

1999'a gelindiğinde İGDAŞ, Lonca A.Ş'ye seçimler öncesinde 2,5 milyon dolar aktarıyor. Bu paranın nereye gittiği, kimler tarafından kullanıldığı açıklanamıyor.

Paralar Fazilet Partisi'nin kasasına, bulunan ilginç bir yöntemle aktarılıyordu. İZSAL adlı firma belediyenin açtığı tüm konut ihalelerini alıyordu. İZSAL firması, Lonca A.Ş ile ortaktı.

İGDAŞ, kendisini tanıtma ve reklam işini 1,5 trilyon karşılığı İroni Ajans adlı bir şirkete verdi. Şirketin bütün ortakları Fazilet Parti'liydi.

Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde; hakkında açılan idari soruşturmaların bir bölümünü yürüten Mülkiye Başmüfettişi Hüseyin Avni Coş, AKP iktidarı döneminde Bingöl, Aksaray, Kırklareli valisi olarak sürgün görevlere gönderildi.

Tayyip Erdoğan'a çete suçlamasıyla başlayan soruşturmalar 2003 Nisan'ında milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle askıda.

Ahmet Handi Pınarcık ile  Tufan Mengi ise soruşturmanın başlamasından önce yurtdışına gitmiş.

CİTİBANK

100'ü aşkın ülkede faaliyet gösteren Citibank, Türkiye'de 1975'ten beri faal bir Amerikan bankası.

The Wall Street Journal'ın 16 Mart 2005 tarihli haberine göre Citigroup, Şilili diktatör Pinochet'nin ülkesinden para kaçırmasına yıllarca aracılık etmiş.

23 Aralık 2002'de Citibank'ın Maliye'den kaçırdığı 3 milyar dolara yakın vergi borcu bir kalemde silindi. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'dı.

Halbuki vergi sadece kanunla konulabilir ve ancak kanunla kaldırılabilir. İdare, yani Devlet, nasıl idari bir tasarrufla vergi koyamazsa; aynı şekilde idari tasarrufla vergiyi de kaldıramaz. 


TOKİ

TOKİ Bütçe Yasası'ndaki "kamu kurumları, kaynaklarını kamu bankalarında tutar." ilkesini çiğneyerek, 280 trilyon lirasını özel finans kurumu Asya Finans'ta tuttuğu ortaya çıktı. 

Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu'nun TOKİ faaliyetleriyle ilgili raporunda, kurum yönetiminin "kamu zararına neden olduğu" sonucuna varıldı.

AYCELL

Telecom İtalia içinde oldukça etkin konumda olan  İtalya Başbakanı Berlusconi, Tayyip Erdoğan'ın oğlunun nikah şahitliğini yaptıktan sonra zor durumda olan İtalyan GSM şirketi Aria, Türk Telekom'un GSM kuruluşu Aycell ile birleşir. Aycell-Aria birleşmesinden doğan AVEA'nın yaklaşık 3 milyar dolarlık zararı hazineye yüklenir.

Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu birleşmede kamu zararı tespit eder ve kamuyu zarara uğratan Türk Telekom üst yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulunulur.

Recep Tayyip Erdoğan, kamuyu zarara uğratan ve hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçu işlediği öne sürülen Aycell yöneticilerinin, savcılık soruturmasına izin vermez.

HAYALİ İHRACAT

Dahilde İşleme Rejimi: Türk ihracatçısının dünya pazarında rekabetini arttırma amacıyla uygulanan bir yöntem. İhracatçı bu rejim çerçevesinde ihraç edeceği mal için ham madde ve ara malları gümrüksüz olarak ithal edebiliyor. Ancak gümrüksüz olarak ithal ettiği malları işleyip mutlaka ihraç etmesi gerekiyor. İşte hayali ihracat en çok bu noktada yapılıyor. Bazı firmalar ülkeye gümrüksüz soktukları ürünleri iç piyasada satıyorlar. Sonra bir şekilde ihracat gerektiği için hayali ihracat yoluna gidiyorlar. 


Kitaptan anladıklarım ve derlediklerim bunlar. Daha fazlası ve detayları için kitaba bakacaksınız. 

Şimdi anlıyor musunuz Recep Tayyip Erdoğan'ın neden bu kadar öfkeli olduğunu? 

Şu anda tamamen "yasama dokunulmazlığı" sayesinde yargılanmıyor. Bu dokunulmazlığı kalktığı an yargılanmasının yolu açılacak. Serveti sorgulanacak. Bunu ister mi? İstemez. O yüzden de bu gücünü kaybetmemek için her şeyi ama her şeyi yapacaktır.

14 Temmuz 2013 Pazar

SON OYUN

SON OYUN

Yazarı: Ahmet Altan

Yayınevi: Everest Yayınları

Basım Yılı: 1. Basım - Nisan 2013

Sayfa Sayısı: 408


Evde geçirdiğim bir cumartesi gününün sabahı kitabı elime aldım.

Televizyon da sağolsun. Hiç mi bir kanalda izleyecek bir şey olmaz?

Televizyonda bir şey yok diye kitaba gömüldüm. Kitap da nasıl akıyor, nasıl pıtır pıtır çeviriyorum o sayfaları. Akşamına bitti.

Olay örgüsü ilgi çekici çünkü. Onun haricinde edebi anlamda bir övgüyü hakettiğini düşünmüyorum. Televizyonda dizi izlemekten hallice.

Çok mu gömdüm acaba kitabı? Sevdim ama halbuki.

Kitabın başkarakteri bir yazar. Kafa nereye ben oraya, diye çıkıyor ve sakin bir kasabaya demir atıyor.

Kasaba ilk bakışta sakin gözüküyor, evet, ama aslında manyak bir kasaba. İnsanlar kafayı yemiş.

Şöyle ki,

Kasabada eski bir kilise var. Söylentilere göre bu kilisede muazzam bir hazine yatıyor. Ama bu sadece söylenti. Gerçekliği bilinmiyor. Kimse de gidip bakmaya, kazmaya, araştırmaya yanaşamıyor. Çünkü kavga sebebi. Hatta cinayet sebebi. Zaten de kasabada sık sık alacak verecek yüzünden ya da başka bazı sebeplerden cinayet işleniyor. 

İşte yazar böyle manyak bir kasabaya gelmiş meğer.

Fakat bu manyaklık onu çekiyor.

Kendisi de çok normal sayılmaz zaten. Tanrı ile konuşuyor mesela. Kendisini Tanrı ile meslektaş olarak görüyor. Tanrı'nın romanı işte bu yaşadığımız dünya, bizler roman karakterleriyiz. Yaptıklarımızı, yapmadıklarımızı hep Tanrı yazıyor. Madem öyle günah işlediğimizde de o zaman aslında günahı işleyen, günahı yaratan Tanrı'nın kendisi. Ama hem bunca günah yaratıyorsun, hem de masum kalıyorsun. Bu yüzden mi büyüksün...

Kasabanın belediye başkanı Mustafa ile en zenginlerinden Rahmi Bey kanlı bıçaklı düşman oluyorlar bu varlığı belirsiz hazine yüzünden. 

Yazar, bu iki güçlü grup arasında tarafsız kalmayı başarıyor. Tarafsız kalması, bertaraf edilmesine sebep olmuyor. Aksine iki grup için de önemli hale geliyor.

Tabi yazarın geri planda ne naneler karıştırdığını bilseler ümüğünü sıkarlar. Yazarımız bu ekabir takımının hanımları ile pek aşna fişne. 

Hazine yüzünden kafayı iyice sıyıran belediye başkanı, çığırından çıkıyor ve kasabayı nerdeyse savaş alanına çeviriyor.

Yazarımız da aşk mıdır, sevgi midir, tutku mudur, adını koyamadığı duygular yüzünden çığırından çıkıyor.


Eskiden yerli dizilerde bir "filozof balıkçı" olurdu ya. Esas oğlan ya da kız, bu amcanın söyledikleri ile aydınlanma yaşardı.
Bu kitapta da bir filozof beşikçi var. Yazarımız, ara sıra bu bilge adamın yanına gidiyor. İşte bu bilgeden zenginlikle ilgili dökülen cümleler:
" Niye adam dolaştırır bir insan yanında? Korktuğundan. Korkan adam kimden üstün? Korkmayandan mı? Kibirleniyorlar, cezasını korkuyla ödüyorlar."

DOĞU'DAN UZAKTA


DOĞU'DAN UZAKTA

(Les Desoriendes)

Yazarı: Amin Maalouf

Çeviren: Ali Berktay

Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları

Basım Yılı: 1. Baskı - Kasım 2012

Sayfa Sayısı: 457

Gençlik dönemini Lübnan'da yaşayan arkadaşlar Adam, Murad, Tania, Semiramis, Ramiz, Ramzi, Albert, Naim.

Savaş çıkınca dağılmak zorunda kalıyorlar.

Dağılış o dağılış. On yıllarca görüşemiyorlar.

Ta ki Murad'ın ölümüne kadar.

Murad, ölmeden önce yakın arkadaşı Adam'ı çağırıyor.

Adam, ülkesine dönmek konusunda pek istekli değil. Murad'la da zaten bozuk ayrılmışlar zamanında. 

Murad, savaş söneminde ülkeyi terketmeyenlerden. Ülkeyi terketmiyor, hatta daha sonra bakan oluyor. Ancak bakanlığı döneminde çeşitli şaibeli işlere adı karışıyor. Yolsuzluklar  gibi.

Bu nedenle Adam, Murad ile tekrar görüşmek istemiyor ama karısının ısrarıyla gidiyor ülkesine.

Fakat Murad onu bekleyemiyor ve ölüyor.

Murad'ın karısı Tania, eski arkadaşların tıpkı eski günlerdeki gibi bir araya gelmesini arzuluyor.

Adam da bunun üzerine eski arkadaşları bir araya getirme faaliyetlerine girişiyor.

Tabi bu o kadar da kolay olmayacak. Hepsi dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış. Ne insanlar eskisi gibi, ne topraklar.

Eski arkadaşları bir araya getirmeye çalışan Adam'ın, bu süreçte eski hatıraları da canlanıyor. 

Böylece hem Adam'ı, arkadaşlarını, ülkenin o zamanki halini hem de bu dört bir yana dağılmış arkadaşları bir araya getirirken neler yaşadığını okuyoruz.

İlginçtir, kitapta hiç Lübnan ya da Beyrut lafı geçmiyor. Neresi olduğu anlaşılıyor, ama isim geçmiyor.

Bir de burada Adam'ın Amin Maalouf'un kendisi olduğu söyleniyor. Maalouf da kitaptaki Adam karakteri gibi savaştan sonra Fransa'ya yerleşmiş.  Bir nevi yazar kendisini, neden gittiğini anlatmış, diyorlar.

Sözün özü iç savaşın sebep olduğu yıkımlar, toplumsal sorunlar, kültür farklılıkları konusunda önemli  noktalar barındıran, su gibi de akıp giden bir Amin Maalouf kitabı.

Arkadaşlardan Ramzi ve Ramiz can dostudurlar. Ancak  Ramzi dünyadan elini eteğini çekip bir keşiş olarak kendisini manastıra kapatır. Bunu yapmadan önce kimseye haber vermez. En can dostu Ramiz'e bile. Ramiz ve eşi Dunia bu duruma bozulurlar. Dunia, bunu yorumlarken dinle ilgili yukarıda altını çizdiğim satırları söyler: 
"Günümüzde oruç tutmak yetmiyor, herkese oruç tuttuğunu göstermek ve tutmayanları da göz hapsine almak gerekiyor"

KARDEŞİMİN HİKAYESİ



KARDEŞİMİN HİKAYESİ

Yazarı: Zülfü Livaneli

Yayınevi: Doğan Kitap

Basım Yılı: 1. Baskı - Mayıs 2013

Sayfa Sayısı: 324

Şehrin kalabalığından sıkılan Ahmet, Podima köyüne yerleşir. Kitaplarıyla münzevi bir hayat yaşar. 

Ahmet'e sık sık gelen Arzu, bir gece evinde öldürülür.

Bu cinayeti soruşturmak için genç bir gazeteci kız köye gelir.

Arzu, Ahmet'in yakın arkadaşı olduğu için gazeteci kız Ahmet'i ziyaret eder.

Ahmet, cinayet hakkında fazla birşey bilmediği halde gazeteci kızı anlattığı hikaye ile evde tutmayı başarır. Bu hikaye, Ahmet'in ikiz kardeşi Mehmet'in hikayesidir.

Kitabın kabaca konusu böyle.

Üniversitede bir hocamız, sınav öncesi bilgiler veriyordu. " Çocuklar sınavda sorulan soruyu bilmiyorsanız boş bırakın. Boş bırakmamak için 'Hocam, o sorunun cevabını bilmiyorum ama bak neler biliyorum' diye alakasız şeyler yazmayın. İnsan okuyacak onları" derdi.

Kitapta Ahmet Bey'in yaptığı bana bunu hatırlattı. Cinayet öyküsünü bilmiyorum ama bak ne anlatacağım, diye kıza neler anlatıyor.

Akıcı bir hikaye aslında. Ama bu akıcılığı kanırtarak yapıyor. Hiç de sevmediğim şey. Konuya giriyor. Biraz anlatıyor, en heyecanlı yerinde "Ben bir bakkala gideyim, yiyecek bir şey yok evde" diye kesiyor. 

Anlatıyor anlatıyor, "Uykun geldi senin, yat uyu sabah devam ederiz"

Sabah oluyor. "Dur önce bir kahvaltı edelim."

Kahvaltı ediliyor, "Köpeğimi yürüyüşe çıkarayım, gelince anlatırım"

Eeehhh. Ben tahammül edemezdim mesela. Yemişim hikayesini, basar giderdim. "Senle mi uğraşacağım yaşlı bunak?" diye de geçirirdim içimden. 

Gazeteci kız da böyle düşünüp gidecek oluyor ama sonra merakına yenik düşüp hikayeyi sonuna kadar dinliyor.

Dinlediğine de değiyor. 

BİR EKONOMİK TETİKÇİNİN İTİRAFLARI


BİR EKONOMİK TETİKÇİNİN İTİRAFLARI

( Confessions of an Economic Hit Man )

Yazarı: John Perkins

Türkçesi: Murat Kayı

Yayınevi: APRIL Yayıncılık

Basım Yılı: 10. Cep Boy Baskı - Haziran 2013

Sayfa Sayısı: 398

Kitap kapağındaki dikkat çekici cümlelerle başlayayım:

"ABD'de tam 24 yayınevinin yayınlamaya korktuğu, yazarın 5 kez yazmaya karar verip, her seferinde rüşvet ve tehditlerle vazgeçirildiği, yayınlandığı ülkelerde gündemi sarsan, tüyler ürperten gerçekler."

Neden böyle ürkülen bir kitap bu?

Ülkelerin gelişmelerinin ya da gelişmiş gözükmelerinin perde arkasını anlattığı için.

ABD menşeli "Ekonomik Tetikçi" adı verilen kişi, petrol yönünden zengin ülkelere alt yapı (elektrik santralleri, otoyollar, limanlar, havaalanları, sanayi siteleri) yatırımları yapılmasını sağlamakla görevli. 

Peki bunu o ülkenin kara kaşı, kara gözü hatırına mı yapıyor? Tabi ki hayır. 

Karşılığında söz konusu ülkeyi boyundan büyük borçlara sokmuş oluyor. Böylece o ülke ABD'ye bağımlı hale geliyor. 

Ekvador, Etiyopya, Panama, Suudi Arabistan, Kolombiya, Venezuela bu ülkelerden bir kaçı mesela.

ABD bu ülkelerin hükümetlerine yukarıda bahsettiğim yatırımları yapmayı taahhüt ediyor. Bu yatırımları yapacak olan firmalar da yine ABD menşeli uluslararası firmalar. 

Kurban seçilen ülkenin hükümeti bunu neden kabul ediyor? ABD'nin sağladığı iktidar ve muazzam bir servet nedeniyle. 

İşte böylece satın alınan hükümetin ülkesinde bu yatırımlar sayesinde görüntüde bir refah oluşuyor. Görüntüde oluşuyor çünkü bu fakir halkın ekonomik durumunda herhangi bir iyileşme sağlamıyor. Aksine ülke derin bir borç batağına saplanmış olduğu için devlet bütçesi sosyal hizmetlerden ziyade bu borçları ödemeye ayrılıyor. Ondan sonra Amerika'nın uşağı oluyorsun tabiri caizse.

Kitabın yazarı samimi bir şekilde dile getirmiş yapılanları. 

Yalnız kitapta yazılanların sadece yazılmasına müsaade edilenler olduğunu düşünüyorum. Kim bilir daha neler vardır?

Uyanık olun.

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Benim de Okuyacaklarım Var



Benim de Okuyacaklarım Var

Selam,



Öyle böyle bir ay daha bitti. Ömür geçiyor be azizim.



Ömrümün 2013 Haziran ayını hangi kitaplarla geçirmişim bir bakalım,






 Bunlar ağır toplar:








Bunlar da çerezler:







 Bunların bir kısmını okuyamadım.


Okuyamadım. Çünkü… durumumuz yoktu kardeş :...(







  


Belediye İhale Dalavereleri


Kitap, adından zaten derdini anlatıyor.


Okumaya başladım ama devam ettiremedim.

Çok sayısal veriler var. Bu inandırıcılık açısından güzel bir şey tabi ama akıcılık açısından değil. İleri bir tarihte elimde kalem ve not defteri, daha ciddiyetle duracağım üzerinde.







AKP’li belediyelerin yolsuzluklarının incelendiği bu kitap için Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu şikayette bulunmuş. Şikayet üzerine Kocaeli 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararıyla kitap toplatılmış. Ankara, İstanbul, Bursa, Kocaeli, Konya, Samsun gibi AKP’li belediyelerin ihalelerinin incelendiği kitabın kapağında, bu belediyelerin başkanlarının fotoğrafları var. Mahkeme, kitabın sonraki baskılarında Karaosmanoğlu’nun fotoğrafının yer almamasına, basılıp dağıtılmış kitaplardan ise fotoğrafın çıkartılmasına karar vermiş. Kapak fotoğrafı dışında, kitabın içeriğine dair hiçbir şikayet olmadığı halde kitap toplatılmış.










Tertip


Gazeteci Ergün Poyraz’ın avukatının Ergenekon- Balyoz- Kafes- Poyrazköy- Amirallere Suikast- İnternet Andıcı ile ilgili yazılarından oluşuyor kitap. Kendi ifadesine göre bilgi kirliliğine karşı yazmış bu kitabı. Yalnız anladığım kadarıyla içinde sadece dilekçeleri var ve bu dilekçelerdeki konu akışı pek düzgün sayılmaz.
Biz avukatlarda zaten hakimlerin dilekçelerimizi okumadığı sanrısı vardır. Kitabın yazarı olan avukatın dilekçeleri buysa eğer benim bile okuyasım gelmedi. Ama bir şans daha vereceğim bir gün kendisine.

 

 
 


Başka Dünyalar
Çok zorladım bunu bitirmek için.
Ama şuursuzca okuduğumu farkedince bıraktım. 
 Aldığınız karpuz kelek çıkarsa yemeye devam eder misiniz? İşte bence de aldığınız kitap güzel çıkmazsa kasmaya gerek yok.
Yozgat’ta yanımda taşıdım ben bu kitabı. Olmadı.
 
 
Hava değişimi, farklı bir şehir belki ilişkimizi düzeltir diye düşünüp Kayseri’de de yanımda götürdüm. 
 Fakat heyhat.
I-ıh olmadı.
Olmadı, olamadı.
Yazarı gerçi Nobel Ödüllü ama… 
Belki başka bir gün başka bir yerde.







 Böyle şehir şehir dolaştırdığım kitaplar var. 







 Burada Mersin’deyiz.



Mersin’de adliyede işlerim öğle arasına denk gelince, adliye etrafında gezinip yemek yiyecek bir yer aradım. 

Bir yer buldum. Adını sanını unuttum şimdi. Bir tantuni istedim.


Masaya önce bir sürahi ile bir su bardağı geldi. Oha sınırsız su. Hem de bedava.


Sonra iki tabak salata geldi. Bu ilgimi çekmiyor gerçi. Salata çok manasız bulduğum bir gıda. Ot lan.


Bir de ayran istemiştim.


Bu masanın hesabı ne biliyor musunuz?

Koçum, bak buraya, hesabı getir.


4 lira. 4 liraya hem masam donatılmış, hem karnım doymuş oldu. Üstüne üstlük su istediğim kadar içiyorum, hemi de bedava.


Bedava su çok güzel bir şey yaaa. Hele ki yazın.









Bak burada Adana’dayız. 


Mersin’den İstanbul’a dönmek için Adana’ya geliyor, Adana’dan uçağa biniyorum. 

Adana’da uçağın kalkmasına daha çok vardı, ben de Burger Murger (börgır mörgır diye okuyunuz) bir yere gidip soğuk bir şeyler içerek kitabımı okudum. 

Başka türlü vakit geçmiyor gurbet ellerde.












Bu da aynı günün sabahı.


Tarçın Kokulu Kız’ım ile İstanbul’dan çıktık yola, Mersin senin, Adana benim. Gez gez öldük.



Kitabın kapak resmi ile hissiyatlarımı daha önce yazmıştım. Tekrar etmek istemiyorum ama hacı bu nedir ya? Yollarda, dönercilerde, uçaklarda okuyoruz biz bunu. 
Bu nasıl kapak? 
Olmaz olsun böyle kapak. 
Böyle kapağın içine tükürürüm.







Tamam sakiiiin.






Geçenlerde Konya’dayım. Yanımda da “Yazamadığım Romanın Öyküsü” var. Bir çırpıda bitiverdi. Kaldım kitapsız.





Okuyacağım kitaplarla ilgili bir sıralama yapıyorum kafamda. 
Önce bunu, sonra bunu, ondan sonra bunu… diye. 
Ama bazen bir takım dış mihraklar bu planlarımı bozuyor.











 Mesela 

 Tayyip'in Voleleri


Bunu çok daha önce okumayı planlıyordum. Ama bir gün esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolduğunu fark ettim.



Aradım, taradım.



Babam almış meğersem.



Kitap okuyan bir babam olmasından büyük mutluluk duyuyorum.



Aslında eskiden kitap okuyan biri değildi. Benim sayemde okumaya başladı. Valla.



Üniversite yıllarımda ucuz ucuz kitaplar alıyordum. Genellikle süpermarketlerde ve genellikle dünya klasikleri. Carrefour’un bu konuda çok ekmeğini yedim.



Kitaplığım böyle klasik klasik oldu. Babamın da işyerinde boş vakti çok oluyordu. Yanında götürmeye başladı önce.



Sonraki yıllarda ben siyasi kitaplar almaya başladım. İnceleme-araştırma kitapları.



Babam da kitaplığımın karşısına geçip üzerinde Tayyip Erdoğan olsun, efendime söyleyeyim Deniz Baykal olsun, zamanın politik şahsiyetlerinin resmi olan kitaplar görünce ilgisini çekti.



Emekli de olunca iyice kitap okur oldu.



Okuduğu kitapların arkasına şöyle de bir imza bırakıyor:




                                                               Okudum Baba 

                                                                     Tarih



Sanırım, hem kendisine bir not oluyor bu. “Okudum ben bu kitabı” diye hatırlamak için. 

Hem de bana “Hımm babam da okumuş” dedirtiyor.

 Bu kitabın da bir yasaklanma öyküsü var.




Kitabın yazarı Deniz Yıldırım, Aydınlık Dergisi eski Genel Yayın Yönetmeni. Cezaevindeyken yazmış bu kitabı. Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, bu kitap nedeniyle yazara İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde hakaret davası açmış. Yazar bu davadan beraat etmiş. 





Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları

Nişanlıcığım da maşallah kitap okuyan bir insan. Bu kitabı bende görür görmez aldı, hemen okumak istedi.

Tanıştığımızda daha çok okurdu. Beni böyle etkiledi. Sonra azalttı okumayı. Kandırdı beni. Nalçak adam.



Akıllı telefonlar çıktı çünkü sonra. Önceden yolda, boş vakitlerinde kitap okuyan adam, oldu mu sürekli Candy Crush mıdır ne karın ağrısıdır, onu oynayan adam. 

Dış mihrakın oyunu diye komplo teorileri var ya. Al işte asıl dış mihrak oyunu bu. Candy Crush. Herkes bunu oynuyor. Bağımlılık yaratıyor galiba. Türk gençleri kitap okumasın, bu oyunu oynasın, zihinleri körelsin diye hazırlanmış bir komplo bu bence. Bu oyunu bozalım.









Geçtiğimiz ay arkadaşımdan Pucca Günlüğü serisini ödünç almıştım.



Bunları da seve seve okudum valla. Evde takıldığım bir haftasonu içinde bitiverdiler.










 Haftasonu evde dinlenmecelerimde yanımda birkaç kitap oluyor genelde.



 
















Seçip beğenip okuyorum, sonra okuduğumdan sıkılıyorum, başka bir tane okuyorum, hop ondan da mı sıkıldım, hemen diğerini alıyorum. Aman sabahlar olmasın. Sefam olsun.






Ancak bu zevkü sefa buraya kadarmış.



Çok affedersiniz kol gibi bir kredi kartı borcu ödedim.



Üstüne iki ay sonra evleneceğim. Nişanlım insanıyla şöyle bir hesap çıkardık. 






1200 TL - Kira kapora
400 TL - Boya 
500 TL - Perde
...
...
...
Uzuyor bu liste.

Bu hesabı çıkardığımız sayfa da Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları kitabının en arka sayfası. Yanımızda kağıt namına bu vardı sadece.



Bu hesap, üzerine de kol gibi kredi kartı birleşince kemer sıkma politikası başlattım.



Her ay 100 TL kitap bütçesi ayırıyordum. Ama bu ay ayıramayacağım. Ve bundan sonraki ay da, hatta belki sonraki ay da, hatta…. Hayııırrr.



Hem zaten daha okumadığım bir sürü kitap var ki. Onları okumak için almayacağım ki yeni kitap. Yoksa param var ki benim. İstesem alırım ki.

Vakti zamanında almış olduğum kitaplar var:




 Yakından bakalım kendilerine:



İşte temmuz ayında bunları okuyacağım:


Kızıl Darı Tarlaları - Mo Yan

Son Oyun - Ahmet Altan

Kardeşimin Hikayesi - Zülfü Livaneli

Sıcak Yaz - Uwe Timm

Darağacında Üç Fidan - Nihat Behram

Doğudan Uzakta - Amin Maalouf

Nemesis - Jo Nesbo

Huzur Sokağı - Şule Yüksel Şenler

Acımak - Reşat Nuri Güntekin





Mo Yan, 2012 Nobel Edebiyat ödülünü alan Çinli yazar. Kitabının Türkçe çevirisi daha yeni yapıldı. Başka da Türkçeye çevrilmiş kitabı yok henüz.

Ahmet Altan'ın Son Oyun

Zülfü Livaneli'nin Kardeşimin Hikayesi

Amin Maalouf'un Doğu'dan Uzakta

kitapları çok satanlar listesinde uzun bir dönem yer aldı. Bildiğim kadarıyla Kardeşimin Hikayesi'nin çok satanlığı Temmuz 2013 devam ediyor hala.

Sıcak Yaz'ı Konya D&R'da 5 liraya aldım.

Darağacında Üç Fidan'ı yıllar önce okumuştum. Yine okuyacağım.

Acımak'ı da aynı şekilde.

Huzur Sokağı'nı hep merak ediyordum. Dizisi çıkmadan evvel kitabı almıştım. Dizisine hiç bakmadım. 150 milyon bölüm süren ağdalı dizileri izleyemiyorum. 

Nemesis'i ise ne ara aldığımı hiç hatırlamıyorum.


Bol okumalı günler o zaman.