16 Ocak 2016 Cumartesi

MEDARI MAİŞET MOTORU



MEDARI MAİŞET MOTORU

Sait Faik Abasıyanık

1944

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları - 2. Basım - Kasım 2014

193 sayfa



Utan kendinden Yapı Kredi Yayınları.

O kadar Sait Faik kitabı basmışsınız ama şu romanın sansürsüz halini İş Bankası yayınlarına kaptırmışsınız. 

Medarı Maişet Motoru sansüre uğrayınca, sansürlü kısımlar çıkarılarak "Birtakım İnsanlar" adıyla basılmış.
Birtakım İnsanlar -arka kapak-


Medarı Maişet Motoru'nun arka kapağında yazıyor ki:

"Medarı Maişet Motoru Sait Faik'in kaleminden bir ilk romandır. Henüz Yeni Mecmua'da tefrika edildiği sırada (1940-41) dönemin baskıcı siyasi ortamında sakıncalı bulunup roman olarak yayımcı bulmakta zorlanacak ve Sait Faik'in annesinin maddi desteğiyle Ahmet İhsan Basımevi'nden 1944'te yayımlanacaktır. Ancak dağıtılmaya başlanmışken bakanlar kurulu kararıyla toplatılan roman, kimi paragrafları çıkarılarak Birtakım İnsanlar adıyla 1952 yılında okuyucusuna kavuşur." 

İş Bankası Kültür yayınları, tehlikeli bulunup çıkarılan kısımları koyu harflerle vererek yayımlamış. Çok iyi yapmış, çok da güzel iyi yapmış.

*

Birinci Kısım

MEDARI MAİŞET MOTORU

Ali Rıza, kızı Melek'i berber Dimitro'nun yanna veriyor, çalışması ve berberliği öğrenmesi için.

Dimitro şaşkın, müslümanlıkta dinen sakıncalı bir şey değil mi bu, diye soruyor Ali Rıza'ya, Ali Rıza da "Dinimi senden mi öğreneceğim?" diyor.

Melek başlıyor berber yanında çalışmaya. İnsanların buna tepkisine dair herhangi bir şey yok romanda.

Ali Rıza, sadece biraz parası olsun ve düzgün bir evde yaşasınlar istiyor. 

Bir de oğlu var, Naci. Biraz hayırsız. Çok bahsi geçmiyor zaten.

Evlatlık oğlu Hikmet daha faydalı oluyor. Eve ekmek getiren de o esasen.

Ali Rıza, kanalizasyon temizleyerek para kazanmaya çalışıyor. Onurunu incitiyor bu onun. Yaşı ilerlemiş. Şarapla avunmaya çalışıyor. 

Kaşık Adası'na gidiyor bir gün sandalla. Çocuklarını da alıyor yanına.

*

(Sait Faik'in hikayelerinden pasajlar var romanda. Hikayelerin ardından bu romanı okuyunca, güzel geldi. "Aaa bunu biliyorum, bunu da biliyorum" diye okudum.) 


İkinci Kısım

YOLCULUKTA

Evin hizmetçisi Zehra ile evin genç beyi Fahri arasında bir şeyler olabileceğinden korkan Fahri'nin anne ve babası, onu amcasının yanına gönderiyorlar.

Fahri, trenle yola çıkıyor. 

Trende dalgıç bir adamla tanışıyor. Dalgıç adam ona hayatını, hayallerini, iş yaşamını anlatıyor.

Fahri, trenden inip amcasının köyüne kadar yürüyor.

Yolda sevdiği kızı da düşünüyor. Ama kız onu sevmiyor. 

Köyde, deli olduğu düşünülen bir akranı var, onunla muhabbet ederek vakit geçiriyor. Adam aslında deli değil, o kendisini filozof olarak tanımlıyor, dünyanın nasıl daha iyi bir yer olabileceğine dair düşünüyor. O düşüncelerden büyük bir kısmı sansüre uğramış. Köylülerin durumu, toprakla uğraşmak, uşaklık etmemek... gibi erdemli şeyler. 

Bu deli namlı adam sadece yazın köye geliyor. Kışın, kimse bilmiyor ama, başka bir köyde öğretmenlik yapıyor. Yaz olunca doğduğu bu köye gelip su kenarında aylaklık ediyor.

O gidince Fahri çok yalnız kalıyor. Sonunda da hasta oluyor. 


Üçüncü Kısım

BERBER DÜKKANININ AÇILMA MERASİMİ

Melek, artık kendi berber dükkanını açıyor. Çok şaşalı bir açılış olmuyor bu. İşleri fena gitmiyor.

Fahri, hava değişimi için Ada'ya geliyor.

Ada'da Melek'in berber dükkanını görüyor. Tanışıyorlar, kaynaşıyorlar.

Fahri bir gün çok hasta oluyor. Bunu gören Melek, koşa koşa onun kaldığı eve gidiyor. Alnına sirkeli su koyuyor, hasta bakıcılık yapıyor.

Melek'in bütün gece Fahri'nin odasında kalması dedikodulara sebep oluyor.

O esnada balığa çıkmış olan Hikmet, Ada'ya ayak basar basmaz dedikodulardan haberdar oluyor.

Fahri'nin evine gidiyor. Niyeti dövmek, kavga çıkarmak. Ama Fahri, gayet düzgün bir dille yakında Melek ile nişanlanacağını, onun kendisine hasta olduğu için yardım ettiği, kötü niyetli insanların dedikodu çıkardıklarını vs anlatıyor.

Hikmet, Fahri'ye bir şey yapamıyor. Ama üzgün. Çok üzgün. 

Alıyor başını gidiyor, sandala binip.


Dördüncü Kısım

BİRTAKIM İNSANLAR

Fahri ölüyor.

Melek, babasının ve insanların baskısından bunalıp kaçıyor. Beyoğlu'nda bir kuaförde çalışmaya başlıyor. Babası onu buluyor. Babası onu buldukça Melek kaçıyor. En sonunda evlenmiş ve çocuğu olmuş haberini alıyor babası. Ve kızının izini kaybediyor.

Hikmet, Kaşıkadası'nda bekçiliğe başlıyor. Adada hiç insan yok. İnsana hasret kalan Hikmet, İstanbul'a indiği bir gün adada yanında kalmalık arkadaşlar buluyor. Mustafa, Hasan, Recep. Hepsi de fakir, yoksul, sefil insanlar.

Beraber çalışıyorlar, yaşıyorlar.

Ama işin büyük kısmı Hikmet'te. Genelde Hikmet'in kazandığı parayla geçiniyorlar.

Son günlerde Hikmet, İstanbul'dan geldiğinde ziyafet sofraları ile karşılaşıyor. Diğerleri, balıkçılıkta iyi para kazandıklarını söylüyorlar. Fakat işin aslı sonradan anlaşılıyor. Meğer civardaki köşkleri soyarlarmış. Polis gelip hepsini götürüyor. Hikmet de hiç suçu olmadığı halde hapse giriyor.

Babalığı Ali Rıza, onu ziyarete geliyor. Ali Rıza, aynı, sarhoş, acınası durumda. 

İkisi de hayallere dalıyorlar. 

Hikmet, "Baba, ben bizim Medarı Maişet'le batıyor gibiyim." diyor. Hikmet, Medarı Maişet'in sahibinden iş istemiş ama kabul etmemiş. Hikmet işe kabul edildiğini düşlüyor. Babası da yağlı bir direkten kaydığını.

***

Yılbaşına bu kitabı okuyarak girdim.


Hemen de bitti zaten.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder