17 Ocak 2016 Pazar

SAİT FAİK ABASIYANIK




SAİT FAİK ABASIYANIK

Devrim Altay

Alter Yayıncılık - 1.Basım - Aralık 2010

135 sayfa


Çocuklar için mi yazılmış bu kitap anlamadım. 

Sait Faik'in hayatını anlatan bir kitap almak üzere internette bakındığımda bir sürü kitabı ya tükenmiş, ya baskısı yok, ya satışı yok diye gördüm. Bir tane eli yüzü düzgün buldum, sepete ekledim, son anda temin edememişler, iptal oldu. Bu geçti elime sadece.

O kadar basit ve yavan bir kitap ki. İlkokul çocukları için yazılmış olmalı. 

Neyse ben Sait Faik'i okuduklarımdan tanıdığım kadarıyla anlatayım. 

*

Doğum tarihi kasım 1906. Kasımın kaçı belli değil. 18-24 kasım arasında bir gün. 

Adapazarı'nda doğmuş.

Babası Mehmet Faik, memur. Baskıcı bir adam olduğunu yazmış bu kitap. Memuriyetten ayrıldıktan sonra ticarete atılıyor. Oğlu Sait'in de tüccar olmasını istiyor ama Sait ticareti beceremiyor.

Öğretmen oluyor. Onu da beceremiyor. Derse geç kalmaları ve öğrencileri üzerinde disiplin kuramaması nedeniyle istifa ediyor.

İstanbul Üniversite'sinde edebiyat okuyor. Tahsilinin devamı için Fransa'ya gidiyor. 

Yurda döndüğünde hikayeler yazıp gazetelere, dergilere gönderiyor.

Babası İstanbul'da Burgazada'dan ev alınca oraya yerleşiyor. 

Bu kitaptan öğrendiğim kadarıyla Fatma diye bir kızdan hoşlanmış, evlenmek istemiş. Ama Sait'in annesi ve babası bu evliliğe razı olmamış. Sonra Sait'i başkasıyla evlendirmek istediklerinde de Sait istememiş. Ömrünün sonuna kadar evlenmemiş,  ailesiyle yaşayan bir adam olmuş. Babası ölünce, annesi Makbule Hanım ile yaşamış.

Alkol nedeniyle siroz olmuş Sait Faik. Ruhen de pek iyi durumda değilmiş. Genel olarak karamsar ve küskün bir ruh haline bürünmüş hastalığının ardından.

11 Mayıs 1954'te ölmüş. Sait Faik'in telif haklarını Darüşşafaka'ya devretmiş anne Makbule Hanım. Ayrıca da her yıl Sait Faik Abasıyanık adına bir hikaye yarışması düzenlenmesini sağlamış.

Burgazada'da Sait Faik Müzesi varmış. En kısa zamanda görmem lazım.

*

Kabaca hayat hikayesi anladığım kadarıyla böyle.

Eserlerinden yola çıkarsak da şunları anlıyorum;

İnsanları çok seviyor. Onlarla muhabbet etmekten, onları gözlemlemekten keyif alıyor. 

İnsanları genel olarak sevdiğini söylüyor ama aslında bu biraz teorik bir sevgi. Yoksa onun da sevmediği insanlar var:

"Öyle insanlar var ki kafasından tutup koparmak aklımdan geçmese bile, başka bir insanın aklından geçebilirse ve bunu yaparsa, ben nihayet bir yazıcıdan başka bir şey olmadığım için mazur görürüm." (Sevgiliye Mektup)

Denize, balığa ve balıkçılara hayran. Bu konular üzerine yazdığı bir sürü hikaye var zaten. 

Yazmaya delicesine tutkun. Zaten meşhur lafı: "Yazmasam deli olacaktım" (Haritada Bir Nokta)

Tanışmasa, konuşmasa bile bir insanı görüp onun hakkında bir hikaye yazabilir. 

"Sokakta, bir dükkanda, kalabalık bir yerde durup herhangi bir adamın yüzüne bakarak hayatının hiç olmazsa bir kısmını hikaye etmek mümkündür, hülyasına kapıldım." diyor "Birahanadeki Adam" hikayesinde. Ve başlıyor birahanedeki herhangi bir adama bakarak, ona yakışan bir hikaye uydurmaya. O adamın kaşından, gözünden, kılığından, kıyafetinden, halinden, tavrından anlamlar çıkarıp ona bir hikaye uyduruyor. Mesela göz kenarlarında çizgi olmadığını farkediyor, bir kadın yüzünden sevda acısı çekmemiş olduğu sonucuna varıyor. Adamın traşının yalapşap olduğunu görüyor, oradan kendi işinin sahibi olmadığı, başkasının yanında çalışıp acele yetişmesi gereken bir işi olduğu kanaatini çıkarıyor.

Hatta salt insana değil, insana dair herhangi bir şeye bakması bile yetiyor hikaye yazması için. 

Örneğin, mezarlık. Mezar taşına bakıyor, o mezarda yatanın hayattaki halini tasvir ediyor kendince. 

"Kameriyeli Mezar" hikayesinde böyle. Karı kocanın mezarını görüyor. Ama kadın daha ölmemiş, mezar yeri boş. Bunu gören yazar, başlıyor hikaye uydurmaya. Karın evlendi de seni unuttu diye  sesleniyor ölen adama.

Vapurdan inen insanlara dik dik bakıp ilginç bir tip arıyor gözleri yazmaya değer. "Hallaç" adlı hikayesinde bunu söylüyor.  (Tabii bu dik dik bakmayı öküzce değil, Sait Faikçe algılayın lütfen.) 

Gerçi kendisine sorsan "İnsanların yüzüne, halü etvarına bakıp hikayeler mi düzüyorum? Ne münasebet!" diyor "Bilmem Neden Böyle Yapıyorum?" adlı hikayesinde. 

Ama kendisiyle çelişiyor çünkü daha bu satırları yazdığı aynı hikayede kahvede gördüğü bir ihtiyarı gözüne kestiriyor ve ondan bahsediyor.

Dağarcığında yüzlerce insan olmasına, insanları dinlemeyi, onları incelemeyi, onlar üzerine düşünmeyi seven bir adam olmasına rağmen  Sait Faik bile yalnızlığı keşfetmiş, tatmış, yaşamış ve bundan yakınmış.

"Milyonluk şehirlerde de yaşasa, insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine çekilme,s inme günleri doludur. Bitişik doğmadığımıza göre içimizdeki sevinçleri, kederleribaşkalarıyla her an paylaşmamıza imkan mı vardır? En yakınlarımızdan bile bucak bucak kaçtığımız, derdimizi kimselere söyleyemediğimiz günlerimiz olmaz mı?

Karı koca, ana oğul, kardeş, baba, hep ayrı ayrı kederlenmez, üzülmezler mi? Müşterek kederler, müşterek sevinçler ne kadar azdır. Kendi kendimiz kadar kim paylaşır derdimizi? Gün olur dost, sevgili, arkadaş, baba, ana oğul, kardeş hep elimizi bırakıverir. Hem yapayalnız doğup kendi başımıza ölmüyor muyuz?" 
(Havuz Başı) 

Sait Faik'in babası anladığım kadarıyla maddi açıdan iyi durumdaymış. Ama baba ölünce işler değişmiş. Ondan kalanlarla idare etmek zorunda kalmışlar ana oğul. 

Yazarak para kazanmak kolay değilmiş o yıllar. (Şimdi daha kolay gibi gözüküyor. Piyasadaki abuk subuk kitaplara bakınca.)

Hikayelerini gazete ve dergilerde yayınlatmak bir dert, bir de bundan para kazanmak ayrı bir dertmiş.

Hatta bir yazısında, yazısını yayınlayan dergiye de geçirmiş ama buna rağmen dergi yazıyı yayınlamış, hayret:

"Yazıcılığın Yirminci Senesinde" başlıklı yazısı Yeditepe dergisinde yayınlanıyor ve yazının sonunda:

"Bereket 'Yeditepe' para vermiyor yazıcılarına şimdilik. Şu yazıma en azından beş papel isterdim." yazmış. Ahaha. Dergiyi yayınlayanlar okumamış ya da okuduklarını anlamamış olmalılar.

Adı geçen bu hikayede resmi bir evrak işi için mesleği soruluyor. Mesleğini "yazıcı" olarak tanımlıyor ama yazıcılık mesleği kabul görmüyor. Meslek hanesine "yok" yazıyorlar. Üzülüyor tabi.

Sait Faik öldükten sonra cenazesine gelen balıkçı dostları çok şaşırmışlar. Onun balıkçılığa merak salan varlıklı bir adam olduğunu sanıyorlarmış. Cenazesinde ünlü insanları görüp onun da aslında ünlü biri olduğunu öğrendiklerinde şaşkınlıklarını gizleyememişler.

Biraz da dedikodu yapayım mı:

Leyla Erbil ve Sait Faik Abasıyanık'ın 1953-1954 yıllarında baba-kız gibi bir ilişkileri olmuş. Ama daha sonra Sait Faik'in dostluğu renk değiştirmeye başlamış. Leyla Erbil o sırada genç bir kız. Evlilik gibi ciddi bir şey düşünmüyor. Sait Faik'in de evlilikten anladığı güneye yerleşip bir kahve açmak, sonra beraber o günün hikayelerini yazmakmış. Sait Faik kısa bir süre sonra ölmüş. Biri Sait Faik'in ölümünden Leyla Erbil'i sorumlu tutan bir yazı yazmış ki Leyla Erbil buna çok üzülmüş.

(Şimdi Sevişme Vakti- Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları - 1.basım - sf.41)

*

Halikarnas Balıkçısı diye bilinen Cevat Şakir, Sait Faik Abasıyanık için "Beni taklit ediyor" demiş. Sait Faik bunun böyle olmadığına dair bir yazı kaleme almış. "İkimiz de denize, balığa, balıkçıya hayranız. Bunları taklit edelim." diye cevap vermiş.

(Balıkçının Ölümü-Yaşasın Edebiyat - Bilgi Yayınevi - 10.basım)

*

Sait Faik, İlhan Berk'in şairliği için: "İlhan Berk'te müthiş bir arama cehdi var. Fakat şekil o kadar bozuk ki." demiş.

(Balıkçının Ölümü-Yaşasın Edebiyat - Bilgi Yayınevi - 10.basım)

*

Orhan Veli ile Sait Faik arkadaşlar. Sait Faik, Orhan Veli'nin ölümünün ardından yazdığı bir yazıda çok da yakın arkadaş olmadıklarını, Orhan Veli'nin çok daha yakın olduğu arkadaşları olduğunu yazmış. Aralarındaki bir diyaloğu paylaşmış:

- Dilimin en büyük şairi sensin, diyorum.

- Hadi ordan it, diyor.

(Balıkçının Ölümü-Yaşasın Edebiyat - Bilgi Yayınevi - 10.basım)

*

Memdut Şevket Esendal'ın ölümünün ardından da bir yazı yazıyor. Ayaşlı ve Kiracıları'nı okumuş, çok beğenmiş. Esendal ile tanışmamışlar ama onun çok mütevazi bir insan olduğunu düşünürmüş. 

"Hikayelerini okudukça sever, hem sinirlenirdim. Sonunda elime 'Ayaşlı ve Kiracıları' geçti. O zaman anladım ki bu çekinme hali edebiyata saygısındandır. 'Ayaşlı ve Kiracıları'na ismini bile koymamıştı. İsim yerine yalnızca M.Ş. Halbuki siyaset adamı idi. Bir edebi şöhret az mı işine yarardı? Kalemini bu yolda da kullanmadı." 

(Balıkçının Ölümü-Yaşasın Edebiyat - Bilgi Yayınevi - 10.basım)

*

Sait Faik, ilk hikaye kitabını çıkardıktan sonra, kitabının ilgi görmemesi yüzünden yaşama küsmüş. Psikolojik sorunları nedeniyle psikiyatri kliniğinden rapor almış ve askere gitmemiş. 

(Sait Faik Abasıyanık/Devrim Altay - Alter Yayıncılık-2010)

*

Özdemir Asaf, Sait Faik'in hayranıymış ve yazdıklarını önce ona gösterirmiş. 

(Sait Faik Abasıyanık/Devrim Altay - Alter Yayıncılık-2010)

*

Sabahattin Ali, yeni yazdığı romanı için isim düşünürken Yaşar Nabi Nayır ile görüşüyormuş. "Lüzumsuz Adam" ismini koymayı düşünüyormuş romanına. 

Sait Faik Abasıyanık da yazdığı öykülerin toplu şekilde birarada olacağı kitap için isim önerisi sormuşYaşar Nabi'ye. Yaşar Nabi de "Sabahattin Ali ile geçen gün konuştum. Lüzumsuz Adam tabirini sık sık kullandı. Ben de ona tam bir kitap adı dedim. İstersen kitabına bu adı koy" diyor.

Sait faik de bu adı koyuyor.

Sabahattin Ali ise romanına Kürk Mantolu Madonna ismini koyuyor.

(Sait Faik Abasıyanık/Devrim Altay - Alter Yayıncılık-2010)

*
Şu linkleri de şuraya koyayım. Detaylı inceleyemedim, bilahare bakarım:

http://www.sabitfikir.com/dosyalar/adan-zye-sait-faikce

https://ipeklimendil.wordpress.com/2015/11/20/sait-faik-ile-roportaj/

http://t24.com.tr/k24/yazi/tuncaybirkan1,537

**

Bir de size beni çok heyecanlandıran bir şey söyleyeyim mi? Şimdi aşağıda yazacağım isimler aynı dönemde yaşamışlar. Baştan sona aynı dönem değil de hepsinin aynı zaman zarfı içinde olduğu en az birkaç yıl var.

Sabahattin Ali

Aziz Nesin

Rıfat Ilgaz

Nazım Hikmet

Nihal Atsız

Sait Faik Abasıyanık

Orhan Veli

Orhan Kemal

İlhan Berk

Memduh Şevket Esendal

Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı)

Özdemir Asaf

Vâlâ Nurettin

Halide Edip Adıvar

Tarık Buğra


1930'lu yıllarda bu isimler hayattaydı. Türk edebiyatının altın çağı olmuş resmen.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder