24 Nisan 2016 Pazar

İNSANIN ANLAM ARAYIŞI




İNSANIN ANLAM ARAYIŞI

(Man's Search for Meaning)

Victor E. Frankl

1945

İngilizceden Çeviren: Selçuk Budak

Okuyan Us Yayınları

31.Basım - Nisan 2016

166 sayfa


Yazar, Nazi kampından kurtulmuş, orada, o şartlar altında bile insanların nasıl yaşama tutunabildiklerini görmüş bir psikiyatrist.

Logoterapi üzerine çalışıyor. Logoterapi anlam merkezli bir psikoterapiymiş. "Daha çok gelecek üzerine, yani hasta tarafından gelecekte yerine getirilecek anlamlar üzerinde odaklanır." sf. 112

"Logoterapi, hastaya kendi yaşamında anlam bulması için yardım etmeyi görev saymaktadır." sf. 117

"Anlam" dedikçe beni bir ağlama tutuyor.

Çünkü bulamıyorum öyle bir anlam.

Yazar, yaşam anlamını üç farklı yoldan keşfedebileceğimizi söylüyor:

1. Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak

2. Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek

3. Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek.

sf. 125

(İnsanla etkileşmek dediği aşk meşk mevzuları. Kaçınılmaz acı dediği de kişisel bir trajediyi bir zafere dönüştürmek. Örneğin karısı ölen adamın, hayattayken karısını çok sevmiş olması ve karısına güzel bir hayat yaşattığını düşünmesi gibi bir şey.)

Yazar, aslında yaşamın anlamı diye tek, genel, işte bu diye bir cevap olmadığını anlatıyor. Yaşamın anlamı güncel, değişebilir, günlük, hatta anlık bile olabilirmiş.

Bu kimi zaman yapılan iş, kimi zaman bir insanmış.

"Yaşamın gerçek anlamının kapalı bir sistemmiş gibi kişinin kendi içinde ya da kendi ruhunda değil, dünyada keşfedilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum." sf. 125

Eee ama içimizde olması gerekmiyor muydu bunun?

"Kişi, hizmet edeceği bir davaya ya da seveceği bir insana kendini adayarak ne kadar çok kendini unutursa, o kadar çok insan olur ve kendini de o kadar çok gerçekleştirir." sf.125

Ama bu noktada benim kafamda soru işareti beliriyor. Yaşamın anlamını bir insana ya da işe yüklersek o insan gittiğinde veya o iş bittiğinde yaşamın anlamı da mı gidecek?

Hayır, diyor yazar. Yaşamın anlamı değişecek.

"Yaşamın anlamı insandan insana, günden güne, saatten saate farklılık gösterir. Bu nedenle önemli olan, genelde yaşamın anlamı değil, daha çok belli bir anda bir insanın yaşamının özel anlamıdır.(...) Kişinin soyut bir 'yaşamın anlamı' arayışına girmemesi gerekir." sf. 123

Yukarıdaki cümlede şu "...adayarak ne kadar çok kendini unutursa..."kısmı? 

Mesele kendimizi unutmaksa alkol var, uyuşturucu var. Yani aslında tamamen kendimizi unutmaya mı çalışıyoruz biz?

Bak bunu ben de kitap okuyarak yapıyorum. Ben ne zaman kitaplardan başımı kaldırıp kendi kendimle kalsam ağlama geliyor.

Zaten şu kitabı bitirip üzerine düşünürken de ağladım.

Yazar da aslında "düşünme" diyor. Siktir et hayatın anlamını diyor. Çünkü düşününce bulunmazmış o. Aksine düşünmeyip farkında olmadan içine girdiğin bir halmiş.

Orgazm örneği veriyor buna. Kafayı buna takıp sevişme  esnasında ille de orgazm olmayı gaye edinirsen olamazsın. Orgazm, sevişmenin, kendini bırakıp teslim olmanın doğal sonucu. Kendiliğinden meydana geliyor. 

Yaşamın anlamı da böyle diyor. Nedir, nedir diye üzerine düşünmeyi doğru bulmuyor.

"Başarıyı amaçlamayın. Bunu ne kadar amaç haline getirip bir hedefe dönüştürürseniz, kaçırma olasılığınız da o kadar artar. Çünkü mutluluk gibi başarının da peşinden koşamazsınız; kendisi ortaya çıkmalı, kendisi oluşmalı ve sadece kişinin, kendinden daha büyük bir davaya kişisel adanışının amaçlanmayan bir yan etkisi olarak ya da kişinin kendini başka bir insana bırakışının bir yan ürünü olarak oluşmalıdır. Mutluluğun kendiliğinden olması gerekir, aynı şey başarı için de geçerlidir: Ona aldırış etmeyerek, kendi kendine olmasına izin vermeniz gerekir." sf.15

Çok güzel anladım ama hala uğruna yaşamaya değer bir şey göremiyorum.

Buna da film örneği veriyor.

"Bir film, binlerce bağımsız görüntüden oluşur, bunlardan her biri bir şey ifade eder ve bir anlam taşır; yine de son karesine gelinmedikçe filmin tamamının anlamı ortaya çıkmaz. Aynı şey yaşam için de geçerli değil mi? Yaşamın nihai anlamı da, eğer böyle bir şey varsa, en sonunda ölümün eşiğinde ortaya çıkmıyor mu?" sf.156

(Yazarın bu söylediği, bir kitapta okuduğum tavsiyeyi hatırlattı. Şimdi kendinizi 80 yaşında gibi düşünün. Elinize kağıt kalem alın. Ve hayatınıza geriye dönüp bakın. Neler yaşamış, yapmış olmak isterdiniz, yazın. Atıyorum, "Kitap yazdım, Nobel aldım, evlendim, iki çocuğum oldu, kendi işimi kurdum..." Yapmışsın gibi yaz. İşte o satır aralarında bir şeyler olabilir.)

Anlamsızlık duygusunun bir hastalık olmadığını söylüyor. (Oh teşekkürler.) Hatta insan olmanın bir kanıtıymış. Bir hastalık değil ama bir hastalığa sebep olabilirmiş. Depresyon, saldırganlık, uyuşturucu gibi. "Varoluşsal boşluk"tan kaynaklanıyormuş bunlar. Çözüm, uğruna yaşamaya değer bir anlam ve amacın olması.

*

Yani insanı yaşama bağlayan şey aslında umut mu? Onu anlıyorum.

"İşler bin olayın birinde iyiye gitse bile, er ya da geç, bunun bir gün senin durumunda da gerçekleşmeyeceğini kim garanti edebilir? Ama her şeyden önce bunu görmek için yaşamak zorundasın." sf.154





ÇİZGİNİN DIŞINDAKİLER




ÇİZGİNİN DIŞINDAKİLER

(OUTLIERS)

Malcolm Gladwell

Çeviri: Aytül Özer

MediaCat Yayınları

244 sayfa


Başarının, salt yetenek ve inanç işi olmadığını, bunun yaş, aile, toplum ve kültür gibi başka yan öğelere de çok bağlı olduğunu anlatıyor kitap.

Örneğin Bill Gates.

Başarılı insan deyince akla gelen önemli isimlerden biri.

Bill Gates 1955 doğumlu. 70'lerde bilgisayarlar daha ulaşılabilir hale geldiğinde 20'li yaşlarda. Daha geç doğsaydı, bu teknoloji ile tanışmak için çocuk sayılırdı. Daha erken doğsaydı belki iş güç sahibi olacağı için bilgisayarlara ayıracak vakti olmayacaktı. Buradan doğum tarihinin dahi başarıda önemli olduğunu anlatıyor. Çağın yeniliklerine genç yaşta denk gelmenin önemini vurguluyor.

Aile de önemli. Zengin çocuklarının fakir çocuklara göre daha başarılı olması gibi. Çünkü zengin ailelerin çocukları, okul dışında da çeşitli sanat, spor ve kültürel aktivitelerle dünyalarını geliştirebilme olanağına sahip oluyorlar. Fakir çocuklar içinse bu mümkün olmuyor.

İçinde bulunulan kültür bile önemli. 

Örneğin Asyalı bir havayolu şirketinin uçak kazası araştırıldığında ortaya çıkıyor ki, kaptan pilot ve yardımcı pilot arasındaki güç farkı nedeniyle yardımcı pilot, kaptan pilota yanlış yaptığını söyleyememiş. Yardımcı pilot, o kadar pısırık ki -ve bu kişisel bir durum değil, o toplumun kültüründe mevki olarak üstte olan karşısında herkesin takındığı tavır bu- kuleye bile uçağın düşmek üzere olduğunu söyleyememiş.

Dil de önemli. 

Örneğin, Asyalıların matematikte daha başarılı olmasının önemli bir nedeni dilleriymiş. Çince'de rakamlar genellikle iki harfli ve tek heceli okunurmuş. Bu da rakamları akılda tutmayı kolaylaştırırmış. 5 yaşındaki Amerikalı bir çocuk 10'lara kadar ezbere sayabilirken, Çinli bir çocuk 40'lara kadar sayabiliyormuş. Bununla birlikte Çince'de matematik, normal konuşma dilinden çok farklı değilmiş. Mesela bizim 2/5 (2 bölü 5) diye okuduğumuz kesirli ifadelerin Çince'deki tercümesi "5 parçadan 2 parça çıkar."mış. Hal böyle olunca matematik gizemli bir dil olmaktan çıktığı için anlaması ve öğrenmesi kolaymış onlar için.

Bunun gibi başarıyı etkileyen pek çok yan unsur olduğunu ortaya koyuyor kitap.


Yani inanırsan başarırsın, hı hı, sen gene buna inanmaya devam et, ama hayatta böyle şeyler de var.

23 Nisan 2016 Cumartesi

KÜÇÜK BEYAZ ŞİFA KİTABI


KÜÇÜK BEYAZ ŞİFA KİTABI

Nil gün

2013

Kuraldışı Yayıncılık

251 sayfa


Hastalıkların, bedenin bir mesajı olduğunu anlatıyor.

Vücudumuz bize bir şey anlatmaya çalışıyormuş.

Ya da daha doğrusu ruhumuz sanırım.

Hastalıkları tek tek yazıp, bu hastalıklara yol açan duygu durumunu ve onu düzeltmek için tekrarlamamız gereken olumlama cümlelerini (afirmasyon) yazmış. 

Bunun teorik olarak daha kapsamlı ve doyurucu olanı için bakınız: Düşünce Gücüyle Tedavi



KÜÇÜK RENKLİ DİLEK KİTABI




KÜÇÜK RENKLİ DİLEK KİTABI

Nil Gün

2010

Kuraldışı Yayıncılık

3. Baskı - Ekim 2012

139 sayfa



İstiyoruz, inanıyoruz ve oluyor.

He mi?

Bütün mesele düşüncelerimizi, inançlarımızı değiştirmekte.

Olumlu bakabilmekte.

Bu demek değil ki gerçeklerden kaçalım, engelleri yok sayalım. Sadece "engellerin üstesinden gelebileceğimize inanmak ve bu inanca göre seçimler üretip ona göre davranmak." sf. 68

Anlamlı buluyorum bu bakış açısını değiştirme, olumlu düşünme mevzularını.

Deniyorum kendi hayatımda.

Ha "Sonuç?" diye soracak olursanız, deniyoruz dedik yahu durun.

En azından güzel bir deneme süreci bu.

(İyi denemeydi Montaigne. 
Hep bunu söylemek istemiştim, özür dilerim.)

Kendimize "afirmasyon" denilen olumlu cümleler telkin etmemizi tavsiye ediyor. 

"Hayatın bana sunduğu bütün fırsatlara kendimi açıyorum."

"Hayatımın her alanında olumlu değişiklikler yapmaya hazırım." 

gibi.

Başlangıçta bunlara inanmayıp direnç gösteriyoruz. Sabırlı olup söylemeye devam edersek o direncin kırılacağını ve bu bakış açısın olağanlaşacağını söylüyor.

Bu gibi olumlamaları tüm dileklerimize uyarlayabiliriz.

Kitapta örnek olarak verilen dilekler AŞK, PARA, SAĞLIK.

Aşk konusunda tavsiyesi önce kendimizi sevmemiz ve

"Aşkı, neşeyi ve özgürlüğü seçiyorum. Kalbimin kapılarını ardına kadar açıyorum ve harikulade bir sevgilinin hayatıma girmesine izin veriyorum."

gibi şeyler söylememiz kendimize.


Para konusunda da bolluk içinde yaşadığını düşünüp bunu kendine telkin etmeni istiyor. 

"Beş param yok, olacağı da yok." "Para geldiği gibi gidiyor." yerine 

"Tüm ihtiyaçlarımı rahatlıkla karşılıyorum. Bolluk içinde yaşamayı hak ediyorum."

demeyi tavsiye ediyor.

Çünkü bilinç neye odaklanırsa onu üretirmiş. 

Sağlıkta da aynı şeyler.

Bakınız: Küçük Beyaz Şifa Kitabı

Önemli husus şu ki, olumlama cümlelerini gelecek zaman ekiyle değil, şimdiki zamanla söylemeliymişiz. Çünkü geleceğe dair istekler hep geleceğe atılırmış. "Çünkü bilinçaltı söylediğiniz şeyi yorumlamaz." Gelecekte değil, şimdi istediğinizi anlamaz. 

Kitabın sonunda da örnek afirmasyonlar var. Onları sık sık tekrarlamayı önemli buluyor.

Hadi bakalım.


Meryem Ana Kilisesi'nde. Milletin dileğine tebelleş oldum. Herkes mi aynı şeyleri ister yahu? Aşk, para, sağlık. Genel anlamda huzur ve mutluluk.

KÜÇÜK SARI CESARET KİTABI


KÜÇÜK SARI CESARET KİTABI

Nil Gün

2009

Kuraldışı Yayıncılık

2. Baskı - Mart 2011

147 sayfa


"Cesaret, korkunun olmaması değil, korkuya rağmen adım atabilme yürekliliğidir."

İnsanı cesaretsiz kılan ilk neden yaşam amacını bilmemekmiş. Sonra, "yapamazsın" diyen dış sesler, yeterince zeki değilim güvensizliği, çabuk pes etmek...

Cesaretli olmak içinse deneyime açık olmak, umutlu olmak, esnek olmak gibi özellikler gerekiyormuş.

Reddedilmekten korkmamak ve yılmamak çok önemli.

Burada önemli isimlerin reddedilme hikayelerine yer veriyor.

Evet şimdi biraz ilgi çekici oldu kitap. Gerçek insan hikayelerini severim.

Örneğin;

Richard Bach'ın Martı kitabı, James Joyce'un Dublinliler kitabı onlarca yayınevi tarafından reddedilmiş.

Playboy dergisi sahibi Hugh Hefner, Esquire dergisinde çalışırken maaşına beş dolar zam isteyip reddedilmiş. İstifa edip Playboy dergisini çıkarmış.

Picasso'nun resimleri beğenilmemiş.

Muppet Show, büyük televizyon kanalları tarafından reddedilmiş.

Onlarca örnek. 

Fikrine ya da işine itimadın varsa, pes etmemek lazım yani. 

*

Bu konunun romanı için Martin Eden'i önerebilirim. Kendine inanmanın ve pes etmemenin romanı benim için. 



KÜÇÜK KIRMIZI AŞK KİTABI


KÜÇÜK KIRMIZI AŞK KİTABI

Nil Gün

2009

Kuraldışı Yayıncılık

3. Baskı - Ağustos 2012

131 sayfa


Aşık olduğumuz kişi, bizi yetiştiren insanların olumlu ve olumsuz yanlarını taşırmış. Çocukluk ortamına yeniden dönmek istermişiz. Ama bunu yaparken örneğin terk eden ebeveyn yerine güvenilir bir eş, aşırı koruyucu ebeveyn yerine özgür bir eş seçemiyormuşuz. Çünkü eski koşulları yeniden yaratıp anne babayı düzeltmek istiyormuşuz.

Öncelikle çocukluk ihtiyaçlarımızın farkına varıp onları tanımalıymışız. 

"Eğer çocukluk yaralarımızı iyileştirip kendi içimizde bütünlüğe erişirsek, gelişim yolculuğunda bilinçli olarak istediğimiz özelliklere sahip bir eşi, sevgiliyi hayatımıza çekme yeteneğini kazanırız." sf. 45

Doğru eş bulmaktan önce amacımız doğru eş olmakmış. Yani eşinde ( eşi burada ille evlilik anlamında yorumlamayın. Sevgili diyeyim.) olmasını istediğin özelliklere önce sen sahip olmalıymışsın. Böylece en ıuygun kişiyi hayatına çekermişsin.

"İstediğimiz özelliklere sahip eşi hayatımıza çekmenin sırrı bu özelliklere önce kendimizin sahip olmasıdır. Bizde olmayan bir özelliği partnerimizden talep etmeye hakkımız yoktur." sf. 46

"Hazır olduğunuzda aşk mutlaka kapınızı çalacak." sf. 90

Ay hadi inşallah.

Cosmopolitan okuyormuş gibi hissettirdi bu kitap.

20 Nisan 2016 Çarşamba

ÖMRÜMDEN UZUN İDEALLERİM VAR




ÖMRÜMDEN UZUN İDEALLERİM VAR

Suna Kıraç

2006

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Yayını

Yayına Hazırlayan: Rıdvan Akar

326 sayfa


Suna Kıraç, Vehbi Koç'un kızı.

Hayatını Koç Holding'e adamış desem herhalde abartmış olmam. Muazzam aktif bir iş yaşamı olmuş. 

Koç Holding, şimdinin yeni zenginlerinin aksine rabbena hep bana diyen bir grup değil. 

Şunlar mesela Suna Kıraç'ın büyük emek verdiği işlerden bir kısmı:

Türk Eğitim Vakfı

Atatürk Kütüphanesi

Divan Hotel

Amerikan Hastanesi

Koç Üniversitesi

Pera Müzesi

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü

Özellikle kütüphane ve üniversite konusunda bürokrasi ile çok uğraşmışlar. Belediye başkanları kanırtmış resmen.

Pes edilecek gibi olunduğu anlarda Suna Kıraç devreye girip aileyi ikna etmiş hep.

*

Kitabın ilk bölümü Suna Kıraç'ın kaleminden anlatılıyor. 

Ailesi erkek çocuk bekliyormuş. Suna'nın doğumu biraz hayal kırıklığı olmuş.("hayal kırıklığı" kendi ifadesi.) İhmal edilmiş bir çocukluk geçirdiğini söylüyor. Çocukluğundan beri olgun bir kişiliğe sahip olmuş.

Vehbi Koç'un bir sağ kolu yokmuş. Ama yakınları diyor ki bir sağ kolu olsaydı Suna Kıraç olurdu. O denli yakın ve ilgiliymiş holdingin işleriyle.

Holding çalışanlarına gönderdiği yazılar da yer alıyor kitapta. Gördüğü en ufak aksaklığı da güzelliği de gözden kaçırmamış, ilgili uyarı ve tebriklerde bulunmuş.

Holding çalışanlarından İnan Kıraç ile evlenmiş. Karşılıklı sevgi, saygı, anlayış çerçevesinde gelişen şahane bir evlilikleri olmuş.

Bir kız çocuğu evlat edinmişler. Adı İpek.

Suna Kıraç ALS hastası olduğunda kızı sayesinde yaşama tutunmuş.

Hayatı boyunca çalışan Suna Kıraç, bu hastalığını öğrendikten sonra "elden ayaktan düşme" endişesi yüzünden hayatından vazgeçmiş. Eşine de bu isteğini iletmiş. Fişini çeksin istemiş.

Ama bu kolay yerine getirilebilecek bir istek değil tabi. Eşi de nitekim yerine getirmiyor.

Kızları İpek, annesine ihtiyacını olduğunu söyleyince Suna Kıraç ikna oluyor. 

Hayata tutunuyor.

Konuşamıyor, yürüyemiyor, ellerini kullanamıyor, sadece gözleriyle iletişim kuruyor. 

*

Çalışma hayatı gerçekten çok yoğun. Okurken yoruldum. "Babanın işi mi sanki?" de diyemiyor insan tabi.

Yalnız ortaya çıkan eserlere bakınca... Kütüphaneler, müzeler, eğitim kurumları...Kendisinden on tane daha olsa şimdiye Mars'taydık.


17 Nisan 2016 Pazar

IŞIĞI ARAYANLARIN KARANLIK YANI




IŞIĞI ARAYANLARIN KARANLIK YANI

(The Dark Side of The Light Chasers)

Debbie Ford

1998

Çeviren: Semra Ayanbaşı

Akaşa Yayınları

3. Basım - 2007

216 sayfa


Çok çarpıcı bir şey söylüyor bu kitap. Başkasına niçin kızıyorsan, neyle eleştiriyorsan o kızdığın ve eleştirdiğin özellik aslında sende vardır, diyor.  Sende gizli bir özelliktir. O özelliği bul, onun varlığını kabul et ve o sana değil, böylece sen ona sahip ol. 

Bu çerçevede verdiği örnekler de ilginç. Başkalarını ahmaklıkla suçlayan bir iş adamı örneği veriyor. Bu iş adamı kendisinin asla ahmaklık yapmayacağını söylüyor ama çalışanları ve etrafındakileri hep ahmak  buluyor. Bu sözcüğe takıntılı adeta. Kendisinin bir ahmak olabileceğini asla kabul etmiyor. Sonra çocukluğuna inmeler, bunun sebebini öğrenmeler falan. Sonra o kelimeyle ve huyla barışınca artık etrafına da ahmak insan çekmiyor.

Çünkü yine bu kitaba ve bu kitap ayarında okuduğum diğer kitaplara göre hayatımıza giren insanları biz çekiyormuşuz. Bizdeki bir eksikliği tamamlamak ya da bizdeki bir yanlışı düzeltmek üzere o insanlar hayatımıza girermiş. Biz o eksiğimizi tamamlayamadığımız, o yanlış huyumuzla barışmadığımız sürece hep aynı tür insanları ve olayları hayatımıza çekermişiz.

Kendini bu açıdan tanımak için örneğin çok sevdiğin/beğendiğin bir insanın üç özelliğini yazmanı tavsiye ediyor. Bir de nefret ettiğin bir insanın nefret ettiğin üç özelliğini.

Sonra tek tek bu kelimelerin üzerinde durmanı istiyor.

Aslında her insanda kendimizde olan şeyleri görürmüşüz. "Başkalarına projekte etmek" diyor. buna.

Örneğin hayranı olduğumuz bir sanatçıda kendi hayallerimizi gerçekleştirdiğini görürüz. Sevmediğimiz insanlarda da kendimizde var olan ve sevmediğimiz yanları görürüz. 

"Siz başkalarında gördüğünüz her şeyi içerdiğinizi anladığınızda tüm dünyanız değişecektir." sf.44

"Eğer biz belli bir niteliğe sahip olmamış olsaydık, onu bir başkasında gördüğümüzde tanıyamazdık. Eğer bir başkasının cesareti size ilham verirse, bu sizin içinizdeki cesaretin bir yansımasıdır. Eğer siz bir insanın bencil olduğunu düşünüyorsanız, aynı ölçüde bencillik gösterebileceğinizden emin olabilirsiniz." sf.45

"Örneğin, başkalarına karşı pek hoşgörü gösteremediğimizde, büyük olasılıkla, kendi aşağılık duygumuzu onlara atfekmeteyizdir." sf.59

"Biz sadece olduğumuz şeyi görürüz." sf.59

"Eğer ben sizin kibir ve küstahlığınızdan rahatsız olmuşsam, bunun nedeni benim kendi küstahlığımı kucaklayıp benimsememiş olmamdır. Bu ya şimdi yaşamımda sergilediğim ama görmediğim bir küstahlıktır, ya da gelecekte yadsıdığım bir küstahlıktır. Eğer ben kibir ve küstahlıktan rahatsız oluyorsam, benim yaşamımın tüm alanlarına yakından bakıp kendime şu soruları sormam gerekir: Geçmişte ne zaman küstahlık yapmıştım? Şimdi küstahlık yapıyor muyum? Gelecekte küstahlık yapabilir miyim?(...) Eğer ben kendi küstahlığımı kucaklayıp benimsersem, bir başkasının küstahlığından rahatsız olmam. Onu fark edebilirim, ama o beni etkilemez." sf.60

Tabi insan yediremiyor bunu kendisine. Mesela bir insanı beceriksizlikle suçluyorsunuz. Aslında o sizde yatan bir beceriksizlik. Ya mevcut ya da bastırılmış. Onu açığa çıkarıp benimsemediğiniz müddetçe de etrafınızda beceriksiz insanlar olacak. Çünkü evren sizin bunu görmenizi istiyor. Siz görünceye kadar da bu insanları karşınıza çıkaracak.

"Eğer kabul etmediğimiz bir veçhemiz varsa, hayatımıza hep bu veçheyi sergileyen insanları çekeceğizdir. Evren bize gerçekte kim olduğumuzu göstermeye, ve bizim yeniden bütün olmamıza yardım etmeye çalışmayı sürdürecektir. Çoğumuz bu sahiplenilmemiş veçheleri o kadar derine gömmüşüzdür ki nerede tiksintiyle baktığımız belli tipte bir insan gibi olabileceğimizi göremeyiz. Ancak, eğer o belli insan tipi yaşamımızda ortaya çıkmayı sürdürürse, bunun bir nedeni vardır." sf.97

"İnsanlar bize içimizde olanı geri yansıtırlar, çünkü bilinçaltı olarak bunu biz onlardan ister ve çağırırız. İşte bu yüzden hayatımızda belli türde insanlar ve durumlar tekrar tekrar ortaya çıkmayı sürdürür. Mucize, siz bir veçhenizi gerçekten sahiplenip benimsediğinizde meydana gelir. O noktada size aynalık eden kişi ya o davranışı sergilemeyi bırakacaktır, ya da siz o kişiyi hayatınızda istememeyi seçebilecek hale geleceksiniz." sf103

Ve başkalarına söylediğimiz şeyleri, aslında kendimize söylüyormuşuz. 

"Başkalarının davranışlarına karşı duyduğumuz öfke, genelde, çözülmemiş bir veçhemizle ilgilidir. Eğer başkalarıyla konuşurken, onları yargılarken ya da onlara öğüt verirken ağzımızdan çıkan her sözü dinlersek, onu hemen döndürüp kendimize de söylememiz gerekir." sf.65

"Biz başkalarını yargılarken kendimizi yargılamaktayızdır." sf.65

Başkalarında gördüğümüz olumsuz özellikler bizde var da olumlu özellikler yok mu?

"Eğer ünlü yıldızlar sizi büyülüyorsa ve onların yaşamını okumak için zaman ve para harcıyorsanız, onların sevdiğiniz veçhelerini kendi içinizde bulun." sf.71

"Eğer bir şeyi yapmaya ya da ona sahip olmaya muktedir değilsek, onun için hakiki bir özlem de duymayız." sf.72

Burada mesele hoşlanmadığın yanlarından kurtulmak değil, o hoşlanmadığın yanın sana kazandırdığını görmek ve onu yok saymayıp sevmek.

Okuduğum diğer kişisel gelişim kitaplarında mutluymuş GİBİ davran, becerikliymiş GİBİ davran... telkinleri var. Ama bu başka bir şey söylüyor. Bunları doğru bulmuyor. Hatta acı biberin üzerine dondurma koymak diyor buna. Yani esasen, sana bu lafları söyleten sebebi bul diyor. O olumsuz özelliğini benliğinle bütünleştir. 

*

Yaşadığın olayları yorumlaman da hayati önemde.

Nietzche:"Biz hayatımızın olayları hakkında söz sahibi değiliz, ama onları nasıl yorumlayacağımıza biz karar veririz." demiş.

Kitapta da bunun örnekleri var. 

Ve kullandığımız kelimelerin ne kadar önemli olduğu.

"Ben hayatımdan sıkıldım." bildirimini "Ben neşelenip canlanabilir miyim?" sorusuna dönüştürün, diyor mesela. Bunun gibi şeyler.

Böylece çözüm için ufak bir adım atılmış oluyor.

Bir de plan yapmanın öneminden bahsediyor. Çünkü plansız programsız yaşamak öldürüyormuş bizi.

"Bir plan olmadan arzularımız bizi taciz eder." sf.201

*

Okusanıza bir bunu.

Bir bunu, bir de "Düşünce Gücüyle Tedavi"yi

KUANTUM SIÇRAMASI



KUANTUM SIÇRAMASI

Nilda Ferhan Efeçınar

2007

Sistem Yayıncılık

12. Basım - Kasım 2011

221 sayfa


"Evrende milyonlarca olasılık vardır ve bizler bu birçok olasılıktan sadece bir tanesini seçer ve onu yaşarız. Bu yaşantıyı neye göre seçeriz? Tabii ki düşünce tarzımıza, inanç sistemimize ve yargılarımıza göre." sf.68

Yani düşünce tarzımızı değiştirirsek, yaşamımızı da değiştiririz.

Bu minvalde biraz teknik konulara değinilmiş kitapta.

Reiki türleri, meditasyon şekilleri, çakralar vs.

Anlamakta ve uygulamakta pek mahir olamadığım konular. 

Anladığım kısım, kendine telkinlerde bulunma konusu.

Şu cümleleri her gün tekrarlamak kendimizdeki değişim ve gelişim açısından önemliymiş mesela:

Bugün özellikle bugün sakinim.

Bugün özellikle bugün yaşamın akışına güveniyorum.

Yaşayan her canlıya karşı saygılı davranıyorum.

Hayatımı hak yollardan kazanıyorum.

Şükran duygusu içinde yaşıyorum.


Bir de imgelemenin öneminden bahsediyor. Bir şeyi istemek yeterli değil, hayallerinle de bunu desteklemelisin, diyor.

"Bilinçaltınız zihninizde canlandırdığınızı var kabul eder ve size bu imgenizi somut olarak sunar." sf.186

Bilinçaltı hayalle gerçeği ayırt edemiyormuş. Gerçekte yaşadığını da, hayal ettiğini de olmuş kabul ediyormuş. 




DEMİR ÖKÇE


DEMİR ÖKÇE

(The Iron Heel)

Jack London

1908

Çeviren: Şemsa Yeğin

İthaki Yayınları

2. Baskı - Mart 2016

308 sayfa


Avis Everhard, kocası Ernest Everhard'ı anlatıyor.

Ernest, ülkede tiranlık yükselirken sosyalizmi savunarak bunu örgütlü hale getirmeye çalışmış.

Karısı Avis de onunla aynı kanaatte.

Avis'in babası da. Üniversitede profesör olan Avis'in babası bu fikirleri yüzünden üniversiteden atıldığı gibi kitabı da toplatılıyor.

Sosyalist fikirleri savunduğu için bir din görevlisi de deli muamelesi görüp akıl hastanesine kapatılıyor.

Everhard çifti dahil tüm sosyalistler çeşitli iftiralara ve suçlamalara maruz kalıyorlar.

Hapisler, sürgünler...

Hapisten kaçıp gizli kimlikler altında yaşamaya devam ediyorlar. Karşıt grupların arasında ajanlık da yapıyorlar. Bu arada ülkede bombalamalar, suikastler de oluyor.

İç savaş çıkıyor. Ernest:

"Bu kez kaybettik. Ama hepten yenik değiliz. Tecrübeler edindik. Yarın öbür gün, dava gene ayaklanacak ve bu kez daha bilgili, daha disiplinli bir ayaklanma olacak." diyor. sf.306

*

Kitapta pek çok dipnot var. Avis'in yazdığı bu hatıralar yüzyıllar sonra ortaya çıkmış. Dipnotları da yüzyıllar sonra, 2300'lerin insanları yazmış. 

Keşke yayınevi buna dair bir bilgi verseydi kitabın başında. 

*

Kitap için "distopya" deniyor. Ama açıkçası Türkiye'de yaşayan birine hiçbir kitabın distopik görünmesi mümkün değil. Yaşıyoruz biz onları.


BEYAZ DİŞ



BEYAZ DİŞ

(White Fang)

Jack London

1906

Çeviren: Levent Cinemre

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

8. Basım - Ocak 2016

258 sayfa


Keşke çocukken biri tutuştursaydı bu kitabı elime. Çocukluğumun kitabı olurdu.

Kısmet değilmiş :/

*

Beyaz Diş, anne tarafından köpek, baba tarafından kurt.

Önce anne ve babasını tanıyoruz onun. 

Annesi, karda kışta kızak köpeklerini dişiliği ile etkileyip yiyor. Babası da yaşlı maşlı ama dağ gibi bir kurt.

Vahşi yaşamın ortasında doğan Beyaz Diş, meraklı ve araştırmacı bir kişilik. Daha yavruyken annesinin güvenli kucağından çıkıp çevreyi araştırıyor, küçük çaplı avcılıklar yapıyor.

Babası ölüyor.

Annesi ile beraber yaşıyor.

Bir gün annesi bir grup insanla karşılaşıyor. Meğer annesi yavruyken bu insanların elindeymiş, sonra kaçmış. Eski sahibini görünce o vahşi dişi, birden evcilleşiyor.

Beyaz Diş, buna anlam veremese de o da mecburen bu insanların hakimiyetine geçiyor.

Beyaz Diş'in annesini bir borç meselesi yüzünden başka birine veriyorlar. Ve o başka biri de o bölgeyi terk ediyor.

Beyaz Diş artık annesiz. 

Sahibi, Beyaz Diş'e pek sevgi göstermiyor. Zaman zaman dövüyor bile. Ama Beyaz Diş'i iyi besliyor, diğer köpeklere karşı onu savunuyor. Beyaz Diş de bunun karşılığında sahibi ve ailesine korumacılık yapıyor.

Beyaz Diş'in sahibi bir kumar borcu nedeniyle Beyaz Diş'i vermek zorunda kalıyor.

Beyaz Diş'in yeni sahibi canavar ruhlu bir adam. Beyaz Diş'i de bir canavar haline getiriyor. Köpek dövüşlerinde kullanıyor onu. Beyaz Diş, hiçbir dövüşte yenilmiyor, son derece saldırgan oluyor. 

Onu Weedon Scoot adlı bir adam kurtarıyor oradan. 

Beyaz Diş artık sevgi gördüğü bir ortamda. Tanımadığı bir duygu bu. 

Önceden tanrı diye gördüğü insanlara korku besliyordu. Onların ne kadar güçlü olduğunu biliyor, bu güçten korkarak tapıyordu. 

Ama şimdi ilk defa sevdiğinden tapıyor yeni tanrısına.

Scoot onu dövmeden, tamamen severek eğitiyor. Beyaz Diş de her şeyi kolayca öğreniyor. Zaten akıllı bir hayvandı. Şimdi aynı zamanda sevecen bir hayvan oldu. Hatta baba da oldu.

Scoot'un komşusunun köpeği ile başta kavgalı olsalar da sonra baba oluyor Beyaz Diş. 

*

Bir kurdun gözünden büyümeyi, insanları ve doğayı ne güzel anlatmış. 

Çocuk kitabı denerek alanı daraltılamaz ama çocukken okumak çok daha keyifli olurdu.

MARTIN EDEN



MARTIN EDEN

Jack London

1909

Çeviren: Jülide Kayaş

İthaki Yayınları

2. Baskı - Ağustos 2015

470 sayfa


Martin, kendinden çok zengin bir kıza (Ruth) aşık olur. Kızın ailesi ve çevresi karşısında kendisini çok yetersiz bulur. 

Onlar gibi konuşmaya, davranmaya özenir. Bu nedenle kendisini okumaya, araştırmaya verir. 

Okudukça ufku genişler. Bu konuda o kadar ileri gider ki Ruth ve çevresini bile geçer. Hatta onların, gözünde büyüttüğü kadar olmadığını anlar. Onlar sadece klasik bir okul eğitiminden geçmiş ve toplumun genel geçer yargılarını sorgulamadan kabul etmişlerdir. Martin ise her öğrendiğini ince ayrıntısına kadar düşünmüş, sorgulamış, başka araştırmalara da yönelmiştir.

Tüm bu okumalarının ardından Martin de artık kitap yazmaya karar verir.

Bu arada Ruth ile birbirlerine açılırlar.

Ruth'un ailesi bu aşka onay vermez ama karşı da çıkmazlar. Ruth'un zamanla vazgeçeceğini düşünürler.

Martin çeşitli öyküler, denemeler, makaleler yazar. Bunları dergilere gönderir. Bu yazılarının yayınlanmasıyla çok para kazanacağını düşünür. Ama yazıları ya geri çevrilir ya da çok cüzi bir miktar karşılığı yayınlanır.

Martin anlam veremez bu duruma. Çünkü yazılarından çok emindir. İyi yazdığı konusunda hiçbir şüphesi yoktur. Bu işten para kazanmayı kafasına koymuştur.

Ancak öbür yandan Ruth, Martin'in para kazanmasını ve bu yüzden düzgün bir işe girmesini ister. Martin'in yazılarını zaman zaman beğense de bunların para edebileceğini düşünmez.

En sonunda Ruth, Martin'in yazmak sevdasından vazgeçmeyip memuriyet gibi düzenli bir işte çalışmamasını onun tembelliği olarak yorumlar. 

Çevresinden de Martin ile ilgili olumsuz şeyler işitince ondan ayrılmaya karar verir. Çünkü Martin fakir ve hatta sefil durumdadır. Yemek yiyecek bile parası yoktur. Eşyalarını rehin vererek geçinmeye çalışmaktadır. 

Ruth, Martin'den ayrılır.

Martin artık yazmaya küsmüştür. Eline kağıt kalem almaz.

Ama tam da bu sırada daha önce dergilere gönderdiği yazılar bir bir yayınlanmaya başlar. Ünlenir. Hatta kitapları bile basılır.

Martin Eden artık çok ünlü bir yazar olmuştur. Çok da zengindir.

Yeni hiçbir şey yazmaz ama eski yazdıkları hep değerlendirilir.

Ruth da Martin'e geri döner. Hata yaptığını anlatır. 

Ama Martin artık Ruth'a karşı eski duygularını hissetmemektedir. Ciddi olarak farketmiştir ki insanlar kendisine değil, ününe ve parasına önem veriyor. Çünkü o hala aynı Martin. Yazıları eskiden yazdığı yazılar. Şimdi ünlenip para kazanınca eskiden yüzüne bakmayanlar tüm yüzsüzlükleri ile ona yaranmaya çalışıyorlar.

Bu durum Martin'in midesini bulandırır. 

Bir gemiyle ülkeyi terk eder.

Kimse görmezken gemiden atlayıp intihar eder.

*

Etkileyici bir roman.

Martin, etrafındakilerin tüm olumsuz geri bildirimlerine rağmen yazdıklarından şüpheye düşmüyor. Ruth'un edebiyat mezunu olmasına rağmen onu anlamamasına içerliyor. Ama yazdıklarından çok emin.

Sevdiklerine çeşitli sözler veriyor. Beş parası olmadığı halde ablasına bir gün yüz altın vereceğini, ev sahibi kadına bir mandıra alacağını söyleyebiliyor. Laf olsun diye değil, gerçekten bunları gerçekleştirebileceğine inanıyor. 

Çamaşırcı arkadaşının çamaşırhane açıp çalışanlara insani koşullar sağlama hayali var. Martin, arkadaşının bu hayalini de gerçekleştirip arkadaşına çamaşırhane açıyor. 

Sevdiklerine verdiği sözleri tutuyor, onların hayallerini gerçekleştiriyor.

*

Başlarda Martin'den etkilendim. Ama sonra para kazanamıyor oluşu, ne yalan söyleyeyim beni de biraz rahatsız etti. Başarıyı bununla değerlendiriyor olduğuma utanıyorum ama öyle düşünmediğim yalanını da söyleyemeyeceğim.

Ama şunu ekleyeyim, Martin'e inandım ben. Bir insan yapacağına inanıyor ve yılmıyorsa yapar. Kararlı insanlara saygı duyarım. O inancı gördüm ben Martin'de. O güveni veriyor.

Adam yazdıklarının güzelliğinden emin. EMİN. Durdurulamaz şekilde emin. İşte bu eminlik, işte bu kararlılık... Görmek istediğim hareketler.
(Gidecem deyen adamın önünde dağ olsa durmaz.)



10 Nisan 2016 Pazar

DÜŞÜNCE GÜCÜYLE TEDAVİ






DÜŞÜNCE GÜCÜYLE TEDAVİ

(You Can Heal Your Life)

Louise Hay

Türkçesi: Nil Gün

1984

Altın Kitaplar Yayınevi

19. Basım - Kasım 2009

208 sayfa



Kişisel gelişim kitapları okuma serüvenimde yerli yersiz birkaç kitap okudum. 

Ama bu başka. Bu etkileyiciydi, epey etkileciydi.

Bu kitapları arkadaşımdan ödünç alıyorum. O bu konularla epey ilgili, bu açıdan zengin bir kütüphanesi var. Okuduktan sonra kendisine teslim ediyorum. Bunu ise okuduktan sonra gidip kitapçıdan satın aldım bir tane kendime. Evde bulunsun istedim. 

*

Zihnimizden günde elli bin düşünce geçiyormuş. Bunun yüzde 60-65'i olumsuzmuş. Karamsar insanlarda daha fazla. İntihar edenlerdeyse tamamı olumsuz.

Olumsuz düşünceler arttıkça da bedende hastalıklar oluşuyormuş. Son sayfalarda bedenimizdeki rahatsızlıkların anlamlarını yazmış.

Örneğin;

BOYUN ağrısı: Boyun, düşüncelerimizde esnek olma, sorunun öteki yüzünü görme, başka bir kişinin bakış açısını anlamayı temsil ediyor. Boynumuzla ilgili sorunlar, kendi bakış açımızın doğruluğu konusunda inatçı bir tutum sergilediğimiz anlamına geliyor. 

DİZLER: Boyun gibi esneklikle ilgilidir; taviz verme ve gurur, ego ve inatçılığı ifade ederler. Genellikle ileri doğru hamle yaparken, taviz vermekten korkar ve katılaşırız. Bu, eklem yerlerini de sertleştirir. İlerlemek istiyoruz ama değişmek istemiyoruz. Bu yüzden dizin iyileşmesi uzun sürer; ego devrededir. Dizin iyileşmesinin uzun sürmesi, gururumuz ve haklı çıkma konusunda ısrarcılığımız yüzündendir. 

(Bu örnekler ilgimi çekti, çünkü benim bunlarla ilgili sorunum var. Bunun dışında baş ağrısı, göz hastalıkları, kulak hastalıkları, boğaz hastalıkları, evet kulak burun boğaz, cinsel organlar, parmaklar, akciğerler, kalp... işte ağrıyan sızlayan her yer.

Hepsinin psikolojik/ruhsal bir sebebi olduğunu söylüyor. Doktora git tabi ama esas bu içsel meseleyi çözmen gerekir, diyor.

Çözüm olarak da KENDİNİ SEV, KENDİNİ OLUMLA, KENDİNİ ONAYLA.

Anlattığı hep bu.

Bunun nasıl yapılacağı konusunda yol gösteriyor. 

Aynada bir takım alıştırmalar yapılmasını öneriyor.

Mesela;

Aynada kendi gözlerine bakarak ismini söyle ve "Seni olduğun gibi kabul ediyor ve seviyorum." de.

Komik, aptalca, işe yaramaz... vb buluyorsan da canın sağolsun. Yazar öyle diyor. Bu direnç başlangıçta olur diyor. Gerçekten iyi olmak istediğin, kendini hazır hissettiğin bir gün yaparsın.

*

Çocukken yaşadıklarımız aşırı şekilde etkiliyor hayatımızı. Hatta neredeyse hayatımızın tamamı buna göre şekilleniyor. Küçükken sevildiğini, değerli olduğunu hissedememek yüzündenmiş tüm marazlar. Anne babamızın kötülüğünden değil elbet, onlar da doğru bildiklerini yaptılar sonuçta. Onların yetişme şartlarını düşün.

Annenin 3 yaşındaki halini düşün. 3 yaşında bir kız çocuğu var karşında. Nasıl davranırdın ona?

Ya da baban? 3-5 yaşında bir oğlan. 

Severdin, kucaklardın değil mi? 

İşte onları da şu anki hallerine getiren bir süreçleri oldu. Onlar suçlu değil. 

Etrafımızda aslansın, kaplansın, halledersin, on numarasın diyen insanlar yok. Aksine gayet de eleştirilerek, kızarak, öfkelenerek geçiriyoruz günlerimizi, etrafımız da böyle. O yüzden çare kendimiz.

Kendini olumlayıcı sözler söyle. Tercihen ayna karşısında ve yüksek sesle.

Aslansın, kaplansın gibi şeyler değil de;

"Değişmeye istekliyim."

"İyiliğimi engelleyen bilinç kalıbımı bırakıyorum."

"Kendimi onaylıyorum."

"Günüm şükranla ve sevinçle başlıyor."

gibi şeyler. Güzel güzel yazmış kadın.

Önemli bir husus olarak, kullanacağın ifadeler gelecek zamanlı olmasın. Çünkü gelecek zamanlı, yapacağım, edeceğimli ifadeler, erteleyici olurmuş. Tüm söylemlerin "şimdi ve burada" temalı olsun.

Bu kelimeleri kullanmak bilinci ve bilinçaltımızı harekete geçiriyormuş. "Düşüncelerimiz, geleceğimizi yaratıyor." diyor.

Bana pek kolay gelmiyor bunları yapmak. Ama açıkçası zorluyorum kendimi. Güne ve hayata lanet okuyarak da olmuyor çünkü. Bir de böyle deneyeceğim. 

*

Yukarıda örneğini verdiğim rahatsızlıklar için de şu cümleleri tavsiye ediyor.

Örneğin 

BOYUN AĞRISI: Kolaylıkla ve esneklikle bir konuyu her açıdan görebiliyorum. Bir şeyi yapmanın ve görmenin birçok yolu var.

DİZ AĞRISI: Affediyorum. Anlıyorum. Şefkat duyuyorum. Kolaylıkla uzlaşıyorum.

Komik geliyorsa yazarın hayat hikayesini anlatayım.

Bebekken annesi babası boşanmış. Üvey babası tarafından şiddet görmüş. Alkolik bir komşusunun tecavüzüne uğramış. Üvey babası "Suç sende, senin hatan" demiş. Tecavüz eden adamın hapisten çıkıp kendisini cezalandıracağı korkusunu yaşamış yıllarca. Çocukluğunun büyük bölümü cinsel tacizle geçmiş. "Sevgi ve şefkate aç, özdeğerden de yoksun olduğum için bana en ufak bir yakınlık gösteren herkese bedenimi sundum. Ve on altı yaşında bir kız bebek doğurdum. Ona bakamayacağım için, çocuksuz bir aile buldum, çocuğu onların nüfusuna geçirdim." Sonra kanser.

Böyle bir hayat.

Bu hayattan gelip işleri yoluna sokan bir insanın sözlerine bence kulak verilmeli.


Kitabı Kadıköy'de Eywa Cafe'de okudum. Bir başladım okumaya, bitirene kadar kalkamadım. Ve ben okurken üstelik tam da tüm hastalıkların çaresi içimizde konulu kısımlara gelmişken fonda çalan şarkı neydi söyleyeyim mi?
Roy Orbison - You Got It








9 Nisan 2016 Cumartesi

BÜYÜK DÜŞÜNMENİN BÜYÜSÜ



BÜYÜK DÜŞÜNMENİN BÜYÜSÜ

(The Magic of Thinking Big)

David Joseph Schwart

İngilizce'den çeviren: Tanol Türkoğlu

Sistem Yayıncılık

17. Basım - Ocak 2004

280 sayfa


Çok özür dileyerek ağır konuşacağım, işçiler daha çok çalışsın diye yazılmış bir kitap lan bu.

Kişisel gelişim kitaplarında makul ya da abartı, uygulanabilir ya da ütopik, inandırıcı ya da değil, çeşitli şeyler okudum. Hepsinde bir iyi niyet olduğunu düşünüyorum. Ama bu kitapta... Yoo dostum... Bu herif işçiler inanarak daha çok çalışsın, daha çok çalışınca patronları da görür, başarıları artar, başarının sırrı daha çok çalışmakta, işçi John daha çok çalışarak zam aldı ve şimdi daha mutlu... gibi çok affedersiniz sikimsonik tavsiyeler var. Dellenerek okudum. Halbuki bu kitapları ben ilaç niyetine okuyordum. Beni ferahlatması gerekiyordu. Bok herif ya, sinirlendirdi beni.

Önce bildiğimiz şeylerle başlıyor. İnanmanın gücünü anlatıyor.

"İnanmak 'Kesinlikle-Yapabileceğimden-Eminim' tavrı, yapmak için gerekli olan güç, beceri ve enerjiyi üretir. 'Bunu yapabilirim'e inandığınızda 'bu-nasıl-yapılır' gelişmeye başlar."

Güzel, eyvallah, buna varım.

Davranışların düşünceleri etkilemesine değiniyor. 

"Duygularınızı doğrudan denetleyemezsiniz, sadece davranış veya hareketlerinizin seçimiyle bunu yapabilirsiniz."

"Örneğin kendinizi güldürebilirseniz sonunda kendinizi daha güleç  hissedersiniz. Kambur durmak yerine dik durursanız kendinizi daha üstün hissedersiniz." sf.60

Bu da tamam, anlıyorum.

Sonra yavaş yavaş ticarete giriyor. Kendini ucuza satma diyor. Yaptığın işe önem ver, önemli bir iş yaptığını düşün ve hatta kendini önemli bir insan gibi düşün, diyor. Mesela ara sıra kendine sor: "Önemli bir insan nasıl giyinir? Önemli bir insan bu işi yapar mı? Önemli bir insan buna sinirlenir mi?"

Giyim kuşama da önem veriyor. Bayağa sayfa ayırmış buna. Kaliteli giyinin, diyor. Ucuza beş tane alacağına, pahalı al, bir kere al, düzgün al diyor. Güzel giyinirsen insanlar da sana ona göre muamele eder diyor. Mesela bir mağazaya, bir yere girdin, çalışanlar kimine hoşgeldin derken, kimine demez, niye demez, kıyafetinden ötürü olmasın?

Lan göt, bu saygınlığın içimizden gelen bir şey olması gerekmiyor mu?

Bir de büyük düşün diyor. Kıyafete göre insan değerini ölçen siktirsin gitsin buradan.

Kendi örneğimle açıklayacağım:

Kardeşim bir otelde çalışıyor. Otelde personel gecesi yaptılar. Yemekli, danslı bir eğlence. Personellerin hepsi nasıl şıkıdım şıkıdım giyinmiş, özenmişler bezenmişler. Müdür yardımcısı kadınsa siyah kot pantolon, siyah kazak, ayağında da postal, saçı yalapşap bir at kuyruğu ile geldi. Çünkü elbisesiyle kendisini ispatlaması gerekmiyor. Elbise ile kendisini ispatlamaya çalışan, kendi aklına, yeteneğine güvenmeyen insandır. 

Kıyafetin önemini yadsımıyorum, ama "büyük düşünmek" diye verdiğin tavsiye bu mu yani? 

Kaliteli alışveriş yapın konusunda da ciddi ciddi para hesabı yapmış. 3 tane ucuz ayakkabıyı şu kadar dolara alırsın, ama şu kadar giyebilirsin, fakat üç dolar daha fazla verip şunu alsan... falan. Aman ne büyük düşünmek.

Tutturmuş bir satış, pazarlama, müşteri.

Nasıl daha çok müşteri kazanırsın, nasıl daha çok ürün satarsın, bir pazarlamacı nasıl daha başarılı olur, çalışanlarını nasıl motive edersin de senin için gece gündüz çalışırlar?

Lan siktir.

Normal insan kitabı sandım, okudum, hata bende.

Bak bak,

"Yöneticisi ofis dışındayken vaktini dergi okuyarak geçiren sekreter mi, yoksa yöneticisi geldiğinde daha çok iş yapmasını sağlayacak ufak tefek şeyleri boş zamanlarında yerine getiren kişi mi?" sf.123

Patron köpeği olmuş. Nefes almasın mı insan?

( Ben de işçi, ve işini sevmeyen bir işçiyim, ondan mı böyle düşünüyorum acaba?)

Ama bir değil, iki değil, sık sık bu tarz örnekler var. 

Bunlar yüzünden arada söylediği doğrulara da kanalize olamadım. Aman işte doğrular dediğim de başarmak için koşullan, yapamazsın-edemezsin diyen olumsuzlayıcılardan uzak dur, coşkulu ol, önce kendin inan, karşındakinin diliyle konuş (siyasetçilerin yaptığı, daha doğrusu onlardan beklenen.) gibi şeyler.


KEŞKE KADIN OLSAM



KEŞKE KADIN OLSAM

Aykut Oğut

2014

Doğan Novus Yayınları

1. Baskı - Aralık 2014

211 sayfa


Bir kadınlığa övgü kitabı. "Var yaa, gücünüzün farkında değilsiniz kızııııaam." diyor yazar özetle.

Yazar küçükken babasını kaybetmiş, onu annesi büyütmüş. Yani etrafında bir erkek figür olmamış. 14 yaşına kadar. Annesi evlenince hayatına bir erkek girmiş. Ama üvey baba namlı bu erkek, hiç girmese daha iyiymiş. Annesi ne kadar halden anlayan, şefkatli ve bir o kadar mantıklı yaklaşan bir insanken, üvey babası anlamadan dinlemeden hareket eden, kaba, nobran, sert mizaçlı biriymiş. (Gerçi hakkını da teslim ediyor üvey babasının, dramatize etmiyor.)

Annesi öldükten sonra annesinin günlüklerini okumuş. Çocukluğundaki kadınla, evlendikten sonraki kadın arasındaki farkı görüp düşünmeye başlamış.

Bu düşünceler neticesinde kadın dediği aslında DİŞİL ENERJİ, erkek dediği de aslında ERİL ENERJİ için bazı gözlem ve tespitlerine yer vermiş.

Toplumda kadın ve erkeğe biçilen rolleri anlatıyor. Bunların üzerimizde durmaması nedeniyle yanlış seçimler yaptığımızı, bunun da bizi mutsuzluğa sürüklediğini söylüyor.

"Erkekler ağlamaz." mesela. Ağlamanın güçsüzlük değil, aksine duygularını açığa vurduğun için güçlü olduğunun göstergesi olduğunu söylüyor. 

Abartmamak koşuluyla elbette. Yer yer bu uyarıları yapıyor yazar, yanlış anlaşılmamak için.

Sonra mesela kadının, erkek tarafından aranmayı beklemesi. Telefon başında "Niye aramıyor?" diye kendini yemesine de kibarca "Ulan sen ara, ölür müsün?" diyor.

"-Aa olur mu öyle şey ayol. İlk önce erkeğin araması gerekir.

BRAVO SİZE

Daha ilişki başlamadan YÖNETİCİ'nin kim olduğunu sesli bir şekilde belirttiniz." sf. 104

"Erkek sizi ararsa, ilişki ihtimali var...

Erkek sizi aramazsa, ilişki olmayacak...

Erkek isterse, sizinle olacak...

Erkek istemezse, sizinle olmayacak...

Erkek isterse, görüşeceksiniz...

Erkek istemezse, görüşmeyeceksiniz...

Bir iş başvurusu yaptığınızda da aynı şey olur, farkında mısınız?" sf.104

Bu benim de sıklıkla yaptığım bir şey.

Ben kadın olarak geri durmalı, çok istekliymişim gibi davranmamalıyım, o peşimden koşmalı. Güzel olurdu böyle tabi de ehehe.

Eğer kadın böyle davranınca erkek korkuyorsa, kaçıyorsa, ilişki bitiyorsa da zaten en hayırlısı olmuştur. 

Kitapta yazar hem cinslerini azıcık gömüyor, o kadar akıllı olmadıklarını, çocuk gibi olduklarını, kadınların bunu rahatlıkla kullanabileceğini, ama nedense kadınların bu konularda saflaşabildiğini söylüyor. Nice tanıdığı akıllı kadın, mevzu aşk meşk meseleleri olunca aptallaşıyormuş. Aptallaşmaları da tipik harekete geçememeler, bir harekete bin tane anlam yüklemeleri, kendi istek ve değerlerini gözardı etmelerinde.

Böyle hiç de fena gitmeyen kitabın sonunu "Sevgili kadınlarımız" diye bitirmeyeydi iyiydi tabi. Kadınlarımısssss ney be?

Kitabı, karısının önerisiyle kızına yazıyormuş gibi yazmış. Sonunu da ona hitaben tavsiyelerle bağlamış.

Şu tavsiyeden kendime pay biçiyorum:

"Değerini onun gözlerinde,

Güzelliğini onun sözlerinde,

Özgürlüğünü onun kurallarında,

Varlığının anlamını onun yaşamında arama." sf.209

*

Kadın erkek ilişkileri ile ilgili Ekşisözlük'te "skeptico" nickli yazarın birkaç entry'si var. Biraz sevimsiz ve hatta yer yer sinir bozucu ama külliyen yanlış da diyemediğim. Onları da buraya iliştiriyorum. Bu kitapta anlatılanlara epey ters düşecek.

hipergami: https://eksisozluk.com/entry/55864548

dırdır: https://eksisozluk.com/entry/54117109

boşanma oranlarının artma sebepleri: https://eksisozluk.com/entry/52991211

gençken her halti yiyip 30'da evlenmek isteyen kız: https://eksisozluk.com/entry/55381622

kızların yedekte birçok erkek tutması: https://eksisozluk.com/entry/53783695

erkeklerin yedekte birçok kız tutması: https://eksisozluk.com/entry/53808826

arkadaşlığın bir üstü sevgililiğin bir altı: https://eksisozluk.com/entry/54906193

kadınların yarı çıplak giyinmelerinin nedeni: https://eksisozluk.com/entry/59103209

popoya kadar şort giymenin mantıklı açıklaması: https://eksisozluk.com/entry/52517162

çok güzel olmasına rağmen evde kalmış kız: https://eksisozluk.com/entry/48085795

erkeklerin zeki kadın sevmemesi: https://eksisozluk.com/entry/55774058

evlilerden bekarlara tavsiyeler: https://eksisozluk.com/entry/53664025