22 Mayıs 2016 Pazar

KALECİNİN PENALTI ANINDAKİ ENDİŞESİ



KALECİNİN PENALTI ANINDAKİ ENDİŞESİ

(Die Angst des Tormanns beim Elfmeter)

Peter Handke

1970

Almanca'dan Çeviren: Tevfik Turan

Ayrıntı Yayınları

3. Basım - 2012

93 sayfa


İnce bir kitap, 93 sayfacık, çabuk biter diye düşündüm. Çabuk bitti gerçekten ama kanırtarak beni de bitirdi. Molalar vererek, derin derin nefesler alarak okudum.

Çünkü delirtici.

Josef Bloch, her kelime için neden böyle, neden öyle deniyor, niçin burada bu kullanılıyor...diye irdeliyor.

Bu açıdan Oğuz Atay'ın "Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor"u geldi aklıma yer yer. 

Mesela şurada:

"Karşısındakine 'En iyi dilekler' yazdırmasının ardında ne vardı? 'Candan selamlar' Bu ne demek oluyordu? Nelerin karşılığıydı bu basmakalıp laflar?"

Bloch, karşılıklı muhabbetlerde kendisine anlatılanları da çok irdeliyor. 

"Bloch, ne zaman kendisi bir şeye değinse ya da bir şey anlatsa, iki kızın da ya da değindiği nesneyle ya da onun benzeri bir nesneyle ilgili olarak kendi yaşadıkları ya da en azından, o nesne hakkında anlatılanlardan dolayı bildikleri bir hikayeyle karşılık verdiğini fark etti. Örneğin, kalecilik yaparken kaburgalarının kırıldığından mı söz ediyordu, karşılık olarak birkaç gün önce hızarda işçilerden birinin...kaburgalarını kırdığını...anlatıyorlardı." 

Buna "laf lafı açıyor" denir işte. Neye bu kadar şaşıyor? 

Sonra ne gereksiz şeyleri merak edip kafa yoruyor? Kilisede bir resim görüyor. Mavi bir gökyüzü resmi. Yok ressam bunu acaba fırçayla mı yapmıştı, süpürgeyle mi yapmıştı, yok bu kadar açık mavi için herhalde boyayı beyazla karıştırmıştı...

NEDEN? Neden aklına böyle sorular geliyor?

İnsana anksiyete geçirtir bu kitap. Bu nedenle kalecinin penaltı anındaki endişesini gayet iyi yansıtıyor bence. Buram buram endişelendim.

*

Kitabın sonunda Bloch, bir futbol maçına denk geliyor. Kendisi de eskiden bir kaleciymiş, o yüzden kaleci hakkında ayrıntılı fikirler öne sürebiliyor:

"Gülünç bir manzaradır, kaleciyi top falan olmadan ama topu beklerken koşuşur görmek."

"Gözlerini kaleciye dikince sanki şaşı bakmadan edemezmiş gibi oluyordu insan. Sanki birinin bir kapıya doğru yürüdüğünü görüp adama değil de kapının koluna bakmak gibi bir şeydi. Başı ağrırdı insanın, soluk alıp verişi bozulurdu."

"Atışı yapan koşmaya başlayınca, daha top havalanmadan hemen önce kaleci ona duruşuyla, atlayacağı yönü ister istemez belli eder, öteki de rahatça topu öbür yöne vurabilir.(...) Kaleci için, kilitli bir kapıyı saman çöpüyle açmak gibi bir şeydir bu." 

Ancak penaltı atışı Bloch'un öngöremediği şekilde gerçekleşiyor:

"Karşı takımın oyuncusu birden koştu. Sarı bir eşofman giymiş olan kaleci hiç kıpırdamadan durdu, öteki de topu kalecinin avuçlarına gönderdi."

*

Okuması yorucu bir kitap. 

Bu yetmezmiş gibi çevirmenden mi kaynaklı anlamadım, tuhaf cümleler var.

"Odalar o kadar boştu ki bütün pencerelerden bakınca arkadaki manzara görebiliyordu." 

"görebiliyordu" değil "görülebiliyordu" olması gerekmiyor mu?

Sonra

"Gürültüyü duyduğunda Bloch'a yasak bir şey duymuş geldi."

"duymuş geldi" ne be? "duymuş gibi geldi" değil mi olması gereken?

*

Nefes darlığı çekerek okumuştum. Kitap bittiğinde gittim elime yüzüme su çarptım, ferahladım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder