18 Aralık 2016 Pazar

FELSEFENİN KISA TARİHİ


FELSEFENİN KISA TARİHİ

(A LITTLE HISTORY OF PHILOSOPHY)

Nigel Warburton

Çevirmen: Güçlü Ateşoğlu

Alfa Yayınları

20. Basım - Kasım 2016

359 sayfa



Bayıldım.

*

Sokrates'ten 21.yüzyıl düşünürlerine uzanan insanlığın düşünsel tarihini her filozofu 3-5 sayfa özetleyerek ne güzel anlatmış. 

Hepsini konsantre bir şekilde görüp ilgini çeken varsa özel olarak ona eğilebilirsin sonra.

*

Genellikle şu konular üzerinde durulmuş:

- Mutluluk nedir?

- Tanrı var mıdır?

- Özgür irade var mıdır?



SOKRATES (MÖ 469-399) ve PLATON (MÖ 427-347)

Sokrates kitap yazmamış. Onun görüşlerini öğrencisi Platon yazmış. 

Sokrates'i "Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir." sözünden biliyorsunuz zaten.

Sokrates, yaşamın ancak ne yaptığınızı düşünürseniz yaşamaya değer olduğunu söylemiş. 

Platon'u da Devlet adlı eserinden biliyorsunuz. Hayali bir mükemmel toplum anlatıyor o kitapta. En tepede filozoflar, onların altında askerler, onların da altında çalışan kesim. 

Platon'a göre tüm öğrendiklerimiz daha önceden sahip olduğumuz ideaların anımsanması. Aslında hiçbir zaman yeni bir şey öğrenmiyor, sadece belleğimizi tazeliyoruz. 


ARİSTOTELES (MÖ 384-322)

Platon'un öğrencisi. Büyük İskender'in hocası.

Mutluluk için doğru karaktere sahip olunması gerektiğini söylüyor.

Diyor ki;

Daha iyi bir insan olmaya ve doğru şeyler yapmaya çalışmalıyız. 

Doğru zamanda doğru duyguları hissetmek doğru davranışlara götürür. 

Böyle bakınca kişisel gelişim gibi gözüküyor ama Aristo aynı zamanda insanın politik bir hayvan olduğunu söylüyor. 

Birlikte yaşarız ve iyi düzenlenmiş bir politik devlette etrafımızdakilerle iyi etkileşim yoluyla mutluluğu bulmamız gerekir. 

Aristo ortaçağda bir otorite kabul ediliyor, her söylediği doğru bulunuyormuş.



PYRRHON (MÖ 365-275)

Şüpheciliği en üst seviyelerde olan bir isim.

Demiş ki; duyularımıza tamamen güvenemeyiz çünkü bizi aldatırlar. Örneğin karanlıkta gördüğünüz bir şey hakkında kolayca yanılabilirsiniz. Tilki gibi görünen şey sadece bir kedi olabilir. 

Phyrrhon'a göre hiçbir şeyi kesin olarak bilemeyeceğimizden, hayatımızı yargıdan kaçınarak yaşamalıyız. 

İstediğinizi elde edemediğinizde mutsuz olursunuz. Ne var ki, bir şeyin diğerinden daha iyi olduğunu bilemezsiniz. 

Mutlu olmak için, kendimizi arzularımızdan kurtarmalı ve işlerin nasıl sonuçlanacağı ile ilgilenmemeliyiz. 

Pyrrhon, "hiçbir şey bilemeyiz" ile başlayıp tehlikeli bir şey karşısında içgüdüleri ve hisleri de yok sayan bir kayıtsızlık içinde olmuş.



EPIKUROS (MÖ 341-270)

Epikuros'a göre hayatın anahtarı hazzı aramak, acıdan kaçınmak.

Bunun için sade bir yaşam tarzı benimsemeli, etrafımızdakilere nazik olmalı ve dostlarımız çevremizde olmalı. 

Elde edemeyeceğimiz bir şeyi de istememeliyiz. Konak alacak paramız yoksa konak sahibi olmak istemenin de anlamı yok ona göre. Çünkü bütün hayatımızı, ulaşamayacağımız bir şey için harcamamalıyız. 

Bir grup öğrenciyi çevresine toplayıp onlarla komün hayatı yaşayan Epikuros için alem yaptığı, yiyip içip sevişerek zaman geçirdiği iddia edilmiş ama bu sade yaşam öğretisiyle çelişkili olduğundan ne kadar doğru bir iddia bilinmez.

Ölümle ilgili de şunları söylemiş;

Ölümden korkmamalıyız. Çünkü onu deneyimlemeyeceğiz. Ölümünüz, sizin başınıza gelmiş bir şey olmayacak. Ölüm gerçekleştiğinde siz orada olmayacaksınız. 

Ölümden sonraki dönem de doğumdan önceki dönem gibi endişe etmeyi gerektirmez. 

İnsanlar, ölümden sonraki hayatlarında cezalandırılacaklarından korktukları için ölümden korkarlar. 

Epikuros, Tanrıların kimseyi cezalandırmayacağını, çünkü kimsenin Tanrıların umrunda olmadığını söyler. 


EPIKTETUS, CİCERO, SENECA

Zihinsel kontrol üzerine düşündüler. Sadece değiştirebileceğimiz şeyler üzerine endişelenmemizi, diğer şeyler konusunda kaygılanmamamızı söylediler. Başımıza gelen şey çoğu zaman kontrolümüz dışında olsa da ona ilişkin tutumumuz kontrolümüz dahilindedir. 

Stoacılık denilen bu fikir, insanları soğuk ve kalpsiz birine dönüştürebileceği gerekçesiyle eleştirilmiş. 

EPIKTETUS: (MS 55-135): Ona göre edenlerimiz birer köle de olsa zihinlerimiz özgür kalabilir.

CİCERO: (MÖ 106-43): Kaçınılmaz yaşlılık üzerinde durdu. Yaşlılığın getirdiği dört ana sorun var: Çalışmak zorlaşıyor, beden zayıflıyor, fiziksel hazların verdiği zevk azalıyor ve ölüm yaklaşıyor. Yaşlılık kaçınılmazdır ancak beden ve zihni işletebilirsek ani bir düşüş yaşamayız. Fiziksel haz daha az keyif vermeye başlasa bile dostluk ve sohbet üzerine daha fazla zamanımız olur. 

SENECA: (MÖ 1- MS 65): Hayatın kısalığı üzerine durdu. Ona göre aslında hayat kısa değil, biz zamanı kötü kullanıyoruz. Doğru seçimleri yaparsak, boş işlerle zaman harcamazsak hayat genellikle birçok şeyi yapabileceğimiz kadar uzundur. 


AUGUSTINUS (354-430)

Tanrı'nın neden kötülüğe izin verdiğini sorgulamış. 

Başlangıçta manihaizm denilen ikisi de çok güçlü ama birbirlerini yenebilecek kadar güçlü olmayan Tanrı ile Şeytan'ın bir hakimiyet çatışması içinde olduğu, kimi zaman birinin, kimi zaman diğerinin üstünlüğü ele geçirdiğini savunan bir inancı benimsemiş.

Sonra bundan vazgeçip özgür iradeyi savunmuş. Ona göre;

Tanrı bize özgür irade vermiştir. Tanrı bizi kötü karşısında daima iyiyi seçmeye programlamış olsaydı, herhangi bir zarar vermezdik ama o zaman gerçekten özgür olmaz ve ne yapacağımıza karar vermek için aklımızı kullanamazdık. 

Bu görüşe eleştiri ise şu: Tanrı ne seçeceğimizi halihazırda biliyorsa, herhangi bir şey yapmayı nasıl seçebiliriz?


BOETHIUS (480 - 524)

Boethius'a göre Tanrı her şeyi biliyorsa, özgür iradeye sahip değilimdir. Eğer eylemlerimle ilgili bir seçim yapmam mümkün değilse, yaptıklarım yüzünden cezalandırılmam ya da ödüllendirilmem de adil değildir. 

Ona göre Tanrı her şeyi bilir ve bizim yine de seçim hakkımız vardır. Mesele şu ki bizim zaman algımızla Tanrı'nınki farklı. Tanrı her şeyi "önceden" biliyor değil, Tanrı geçmişi, şimdiyi ve geleceği bir olarak görür. Biz ölümlüler, olayların arka arkaya gerçekleşmesine bağlıyız ama Tanrı böyle görmez. O, her şeyi bir anda, bir nevi zamansız olarak görür. 

Ona göre zenginlik, güç, saygınlık gelip geçicidir ve bu yüzden değersizdir. Kimse mutluluğunu böyle kırılgan temellere oturtmamalıdır. Mutluluk saha sağlam, kaybedilemeyecek bir şeyden gelmelidir. 


ANSELMUS ve AQUINAS:

ANSELMUS (1033-1109): Anselmus' a göre mantık gereği, bir tanrı fikrine sahip olmamız Tanrı'nın gerçekten var olduğunu kanıtlar. 

THOMAS AQUINAS (1225-1274): İlk Neden Argümanı denilen görüşüne göre var olan her şeyin bir başlangıç noktası vardır. Futbol topunu ele alalım. Bu top, pek çok nedenin sonucudur; insanların tasarlaması ve biçim vermesi, ham maddeleri üreten nedenler vs. Ama ham maddelerin var olmasına ne sebep oldu? Bu nedenlere ne sebep oldu? Geriye, daha da geriye gidilebilir. Ancak sonsuza kadar geriye gidilemez, çünkü o zaman bir ilk nedene ulaşılamaz. Tanrı ise var olan her şeyin nedensiz nedenidir. 


NICCOLO MACHIAVELLI (1469-1527)

Machiavelli'ye göre başarı hem şansın hem de yaptığımız seçimlerin sonucudur. Aynı zamanda cesur ve hızlı davranırsak başarı olasılığımız artar. Bu uğurda bazen yalan söylemek, verilen sözleri yerine getirmemek, düşmanlarımızı öldürmek iyidir. Elde edilen nihai sonuç, o sonucun nasıl elde edildiğinden daha önemlidir. Sevilen bir lider olmaktansa korkulan bir lider olmak evladır. 


THOMAS HOBBES (1588-1679)

Hobbes'a göre herkes bencildir ve kanunlar ile cezalar insanları kontrol altında tutan yegane şeydir. Güçlü bir birey ya da parlamento başta olmalıdır. Bunun karşılığında özgürlüğümüz kısıtlanabilir ama güvende olmak, özgürlükten daha önemlidir. 


RENE DESCARTES (1596-1650)

"Düşünüyorum, öyleyse varım."

Descartes, inandığı birçok şeyi gözden geçirip göründükleri gibi olduklarından kesinlikle emin olup olmadığını sorgular. Dünya gerçekten de kendisine göründüğü gibi miydi? Rüya görüp görmediğinden emin olabilir miydi?

Descartes'in sonucuna göre dünya vardır ve algıladığımız şeyler hakkında bazen yanılsak da aşağı yukarı göründüğü gibidir. 


BLAISE PASCAL: (1623-1662)

Tanrı'nın varlığı tartışmasıyla ilgili olarak Pascal'ın Bahsi olarak bilinen argümanı vardır.

Tanrıya inanmak ve inanmamak iki seçenektir. Rasyonel insan inanmayı seçer. 

Çünkü Tanrı varmış gibi yaşarsanız ve gerçekten Tanrı varsa en iyi ödülü alır, sonsuz bir mutluluk şansı yakalarsınız. Tanrı'ya inanmayı seçip sonuçta yanılırsanız da önemli bir kaybınız olmaz.

Yapmanız gereken Tanrı'ya inanan insanları taklit etmektir. Böylece çok geçmeden onların inançlarına ve duygularına da sahip olursunuz. 

Bu argümana eleştiri; çok çıkarcı bir yaklaşım olduğu. 


BARUCH SPINOZA: (1632-1677)

Tanrı ve doğanın aynı şey olduğunu savundu. Hepimiz, her şey Tanrı'nın parçalarıyız. 

Yaşamlarımız üzerinde kontrole sahip olduğumuzu hayal ederiz ama gerçekte özgür irade bir yanılsamadır. 


JOHN LOCKE (1632-1704) ve THOMAS REID (1710-1796)

Locke'a göre hatırlayamadığınız şey, sizin bir parçanız değildir. Bunu ifade etmek için ayakkabı tamircisinin anılarıyla uyanan bir prensi ve bir prensin anılarıyla uyanan bir ayakkabı tamircisini hayal etti. Burada prens ayakkabı tamircisi gibi hissetmekte haklıdır. Önemli olan bedensel süreklilik değil, psikolojik sürekliliktir. Eğer prensin anılarına sahipsen prenssindir. Ayakkabı tamircisinin anılarına sahipsen, prens bedeninde olsan bile ayakkabı tamircisisindir.

Tanrı da insanları ancak işlediklerini hatırladıkları suçlar için cezalandırır. 

Bu görüşe karşı çıkan Thomas Reid, argümanını şöyle anlatmış:

Yaşlı bir asker, genç bir subayken, çocukluğunda elma çalarken dayak yediğini hatırlayabilir. Ama yaşı ilerleyen asker, çocukluğundaki bu olayı hatırlamaz. O zaman yaşlı askerle oğlan aynı kişi değil midir? Thomas Reid'e göre elbette aynı kişidir. 


GEORGE BERKELEY (1685-1753)

Kimsenin duyamadığı bir anda ormanda bir ağaç devrilse?

Berkeley'e göre gözlemlenmeyen şeyler var olmaya da son verir.

Birileri onları görmezse veya duymazsa nesneler var olmayı bırakırlar.

Var oluşun sürekliliğini ise Tanrı sağlar. Tanrı dünyadaki her şeyi sürekli algılar ve bu sayede onlar da var olmaya devam eder.


VOLTAIRE (1694-1778) ve GOTTFRIED LEIBNIZ (1646-1716)

Leibniz'e göre; Tanrı her açıdan mükemmeldir ama her açıdan mükemmel bir dünya yaratmamıştır. Çünkü dünya mutlak anlamda mükemmel olsaydı Tanrı gibi olurdu. Tanrı, mümkün dünyaların en iyisini yaratmıştır. 

Voltaire: "Söylediklerinize katılmıyorum ama bunu söyleme hakkınızı ölümüne savunacağım." sözüyle ünlü Voltaire, Candide romanında, Candide ve felsefe hocası Doktor Pangloss'un maceralarını anlatır.

Pangloss başına gelen her şeyi, doğal afet, savaş, tecavüz...mümkün olan en iyi dünyada yaşadığının kanıtı sayar. 

Bu romanla Voltaire, Leibniz'in görüşüyle dalga geçmektedir. 


DAVID HUME (1711 -1776)

Evrendeki her şeyin ardında ilahi bir zeka vardır ama bu ilahi zekanın nitelikleri tartışmalıdır. Dünya, tasarlanmış gibi görünüyor ama sırf tasarlanmış gibi görünüyor olması gerçekten tasarlanmış olmasını ya da tasarlayıcının Tanrı olmasını gerektirmez. Çeşitli nedenlerin sonuçlarını görürüz ve bu sonuçların gerçeğe en uygun açıklamasını bulmaya çalışırız. Bir göz, bir ağaç, bir dağ görürüz ve bunlar tasarlanmış gibi gözükebilir. Ama olası tasarımcı hakkında ne söyleyebiliriz?


JEAN-JACQUES ROUSSEAU (1712-1778)

Toplum Sözleşmesi kitabında "İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur." der.

İnsanları kontrol edecek yasalar, davranışlarını sınırlayacak kuralar olmak zorundadır. Bir yasaya itaat etmek toplumun çıkarınadır ve bunu kavrayamayan kişi özgür olmaya zorlanmalıdır. Yapacağı doğru şeyi belirleyemeyen kişi, uyum sağlamaya zorlanmak suretiyle daha özgür hale gelir. 


IMMANUEL KANT (1724-1804)

Yardıma ihtiyacı olan birine yardım ettiniz. Yapılması gerekeni yaptınız. Ama Kant'a göre yalnızca o kişiye üzüldüğünüz için yardım ettiyseniz bu ahlaki bir eylem değildir. Ahlak sadece ne yaptığınızla değil, onu neden yaptığınızla da ilgilidir. Karar, akla dayanmalıdır. Ahlaka duygular karıştırılmamalıdır. 


JEREMY BENTHAM (1748-1832)

Mutluluğu ölçmek için Mutluluksal Kalkülüs dediği bir yöntem oluşturdu. 

Ona göre bir eylem ne kadar çok haz üretirse topluma o kadar yararlıdır. Hazzın nasıl üretildiğininse önemi yoktur. 


GEORG WILHELM FRIEDRICH HEGEL: (1770-1831)

Hegel'in yazıları oldukça zordur, çünkü sıklıkla kendi bulduğu terimleri kullanmıştır. 

Ona göre insanlık tarihine dair bilgeliği, günün olaylarını gece çöktüğünde gözden geçiren biri gibi olana dönüp baktığımızda, ancak geç bir aşamada anlarız. 


ARTHUR SCHOPENHAUER: (1788-1860)

Ona göre hepimiz bir kısır döngünün içinde sürekli bir şeyler istiyor, onları elde ediyor, daha sonra başka şeyler istemeye başlıyoruz. 

Nasıl yaşamamız gerektiğine ilişkin; Schopenhauer'a göre, diğer insanlara zarar vermek, aslında bir bakıma kendine zarar vermek anlamına gelir. Tüm ahlakın temeli budur. 


JOHN STUART MILL (1806-1873)

Her insana uygun gördüğü gibi gelişebilmesi için bir yer vermek, toplumu düzenlemenin en iyi yoludur. Her yetişkin, kendini memnun eden şekilde yaşama özgürlüğüne sahip olmalıdır. Ancak bu süreçte başkası zarar görmemelidir. 


CHARLES DARWIN (1809-1882)

Çevrelerine en iyi uyum sağlamış canlılar, özelliklerini sonraki nesillere aktarır ve hayatta kalır.

Evrim, akılsız bir süreçtir. Arkasında bilinç ya da Tanrı yoktur ya da en azından arkasında bunun gibi bir şeyin olmasına ihtiyacı yoktur. 


SOREN KIERKEGAARD (1813-1855)

Karar verme üzerine düşünmüştür. İbrahim'in hikayesini değerlendirmiştir. Bu hikaye göstermektedir ki Tanrı'ya inanmak basit bir karar değildir. Eğer İbrahim oğlunu öldürseydi bu ahlaki açıdan yanlış bir şey olurdu. Tanrı'nın İbrahim'den istediği şey ahlakı görmezden gelmesi. Peki mesaj gerçekten Tanrı'dan gelmemiş olsaydı ne olurdu? Belki halüsinasyondu, belki delirmişti.


KARL MARX (1818-1883)

Fabrika sahipleri, mümkün olan en düşük ücretle işçi çalıştırıyordu ve işçilerin iş güvenliği yoktu. 

Karl Marx, kapitalizmin kendi kendini ortadan kaldıracağını ve proletaryanın şiddetli bir devrimle yönetimi devralacağına inanıyordu. 

Marx'ın görüşü: "Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre."


C.S. PEIRCE (1839-1914) ve WILLIAM JAMES (1842-1910)

Peirce, pratikte herhangi bir fark yaratmayan soyut teorilerin anlamsız olduğunu düşünür. 

James de doğru, işe yarayandır, der. 

James, Tanrı'nın varlığına inanıyor, çünkü bu sahip olması yararlı bir inanç.


FRIEDRICH NIETZSCHE (1844-1900)

"Tanrı öldü" derken kastettiği Tanrı'ya inanmayı bırakmanın akılcı olduğudur. 


SIGMUND FREUD: (1856-1939)

Yaptığımız pek çok şey içimizde saklı arzular tarafından yönlendirilir. Gerçekte ne hissettiğimizi ve ne yapmak istediğimizi kendimizden saklarız. Bu düşünceler çoğunlukla cinsel içeriklidir. Zihin onları bastırır. Rüyalar da bilinç dışına giden bir yoldur. 

Tanrı inancıyla ilgili olarak; çocukken hissettiğimiz korunma ihtiyacını hala hissediyor olduğumuz için Tanrı'ya inandığımızı söyler.


BERTRAND RUSSELL (1872-1970)

Russell için Tanrı'nın insanlığı kurtarmak için müdahale etmesi olanaksızdı. Tek şansımız, aklımızı kullanmak. İnsanlar Tanrı'ya inanır, çünkü bu rahatlatıcı ve güven vericidir. Fakat aslında Tanrı yoktur ve din mutluluktan daha çok acı üretir.


ALFRED JULES AYER (1910-1989)

Anlamlı ve anlamsız cümleler üzerine çalıştı.

Herhangi bir cümle için;

1. Tanımı gereği doğru mu?

2. Empirik olarak doğrulanabilir mi?

diye sorulduğunda, her ikisinin de cevabı yoksa cümle anlamsızdır. 

Bu yüzden Tanrı hakkında anlamlı bir şekilde konuşulabileceğine de karşı çıkar.


JEAN-PAUL SARTRE (1905-1980),  SIMONE DE BEAUVOIR (1908-1986) ve ALBERT CAMUS (1913-1960)

Sartre'a göre burada olmamızın herhangi bir nedeni yoktur. Bir insan ne yapmak ve ne olmak istediğini seçebilir. Nasıl yaşayacağınız konusunda başkalarının karar vermesine izin veriyorsanız, bu da bir seçimdir. Özgürlükle başa çıkmak zordur ve çoğumuz özgür olmaktan kaçınırız. 

Beauvoir'e göre kadınlar kadın olarak doğmaz, kadın haline gelir. Kadınlar, bir kadının ne olduğuna ilişkin erkek bakış açısını kabullenmeye eğilimlidirler. Erkeğin sizden olmanızı beklediği şeyi olmak, bir seçimdir. Varoluşumuzun anlamı yoktur. Yalnızca, seçimler yoluyla yarattığımız anlamlar vardır. Hayatın, biz ona seçimlerimizle anlam atfedene kadar bir anlamı yoktur. 

Camus'ya göre de insan hayatı anlamsızdır. Ama umutsuzluğa düşmek ya da intihar etmek gerekmez. Amaçsız bir şekilde kayayı tepeye yuvarlama çabasındaki Sisifos'unki gibi ne olursa olsun yaşamak ölüme tercih edilebilir bir durumdur.


LUDWIG WITTGENSTEIN (1889-1951)

Dil üzerine çalışmaları vardır. Ona göre dil, filozofları her türlü karışıklığa sürükler. Dilin yarattığı karışıklığı ortadan kaldırmak gerekir. 


HANNAH ARENDT (1906-1975)

Nazi soykırımı sırasında insanları soğukkanlılıkla öldüren bir Nazi subayını inceleyerek kötülüğün sıradanlığı üzerine düşündü. 


KARL POPPER (1902-1994)ve THOMAS KUHN (1922-1996)

Popper için herhangi bir hipotezin temel özelliği yanlışlanabilir olmasıdır. Böylece bilim ve sözde bilim arasındaki fark ortaya çıkar. 

Kuhn'a göre bilim insanları, zamanın bilim insanlarının paylaştığı bir çerçeve ya da paradigma  içinde çalışır. Örneğin önceden paradigma güneşin dünyanın etrafında döndüğü yönündeydi ve araştırmalar bu çerçeve içinde yapılırdı. Dünyanın güneşin etrafında döndüğü düşüncesi ile paradigma değişti ve artık araştırmalar bu çerçeve içinde yapılır oldu. Bu hep böyle sürüp gider. 


PHILIPPA FOOT (1920-2010) ve JUDITH JARVIS THOMSON (1929-)

Kontrolden çıkan trenin beş işçiye doğru sürüklendiğini gördünüz. Tren beş kişiye çarpmadan önce raylar çatallanıyor ve diğer ray üzerinde yalnızca bir işçi bulunuyor. Trenin makasını değiştirme imkanına sahipsiniz. Beş kişinin ölümü yerine bir masum adamı öldürmek sizce doğru olanı yapmak mıdır?

Foot'un ortaya attığı bu düşünce deneyinde felsefi soru şu: Daha fazla kişiyi kurtarmak için bir kişinin feda edilmesi ne zaman kabul edilebilir?

Thomson ise şu versiyonu söyler: Kontrolden çıkan tren bu sefer düz bir hat üzerinde, eğer bir şey yapmazsanız kesinlikle ölecek olan beş işçiye doğru ilerliyor. Bir köprünün üzerindesiniz ve yanınızda çok iri bir adam var. Bu adamı köprüden aşağı atarsanız, beş işçiye çarpmadan treni yavaşlatacak ve durduracak. Bunu yapmalı mısınız?

JOHN RAWLS (1921-2002)

Bir şeyde iyi olmakla daha fazlasını hak etmek arasında otomatik bir bağlantı olmadığını düşünür. Örneğin yetenekli bir atlet ya da yüksek zekalı biri olmak, otomatik olarak daha yüksek kazanca sahip olma hakkını vermez, çünkü sportif yetenek ve zeka gibi şeyler şans meselesidir. 


ALAN TURING (1912-1954) ve JOHN SEARLE (1932-)

Çin Odası deneyi ile bilgisayarların bir gün gerçekten zeki olabilecekleri fikri üzerine düşünmüşlerdir.


PETER SINGER (1946-)

Önünüzde boğulmakta olan çocuk ile Afrika'da açlıktan ölen çocuk arasında fark olmadığını ileri sürer. Diğer insanların hayatına, somut bir etkiniz olabilir ve olması da gerekir. 

*

Muhteşem değil mi? İnsanlığın son 2000 yıllık düşünsel tarihi özet olarak ellerinizin arasında. Herkes bir şeyler eklemiş, öncekinin yanlışlarını bulmuş, fikirler dallanmış, budaklanmış, kafalar karışmış, bambaşka fikirler ortaya atılmış...Sonu gelmez bir derya. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder