30 Mayıs 2017 Salı

BİR UYUYUP UYANALIM



BİR UYUYUP UYANALIM

İrfan Değirmenci

2017

İnkılap Kitabevi

5. Baskı - 2017

496 sayfa

İrfan Değirmenci'nin işinden edilmesinin ardından bu kitap yayınlanınca sanmıştım ki o süreci anlatıyor kitapta.

Değilmiş.

*

Önsözde "İlk kitabım benim değil, bunca zaman haberlerime taşıdığım insanların öyküsü." yazmış.

O zaman sandım ki meslek yaşamında tanıdığı ilginç kişileri ve hikayelerini yazmış.

Yok o da değilmiş.

*

Roman yazmış.

Bir apartmanda yaşam mücadelesi veren birkaç komşu.

*

Gay bir çift, atanamayan öğretmen, onun haksız yere terör örgütü üyeliği ile suçlanıp işinden edilen hamile öğretmen karısı, türbanlı bir yetim kız, ablası erkek terörüne kurban giden kimsesiz bir çocuk ve hepsine annelik eden gözüpek bir kadın.

*

Hepsinin kahredici derecede dramatik hikayesi var. Gün yüzü görememek üzerine kurulmuş hayatlar.

*

Tanık olduğumuz olaylar da romanın içinde yer alıyor:

-Suriyeli mülteci bir ailenin insan kaçakçıları tarafından yok edilmesi,

-Camına kar topu çarptı diye kavga çıkarıp katil olan esnaf,

- Parkta yürüyen hamile kadına saldırı,

-Çocuk tacizcisi ve her türlü yalana, hileye, pisliğe başvuran dinciler,

-Kafasına cam düşen kız,

-Twitter'da öfke kusanlar,

-Doğudaki dışarı çıkma yasağı ve ölülerin gömülememesi...

*

Ülke gündemine bir dönem girmiş bu konuların  roman içinde yedirilmesi güzel fikir. Ama karakterler çok karikatürize. Bahsi geçen komşuların yoğun içtenliği çok güzel fakat pek inandırıcı değil, aşırı. Kötü karakterlerse evet onlar bildiğimiz kötü. Lanet olsun onlara.

*

Bu komşuların yaşadığı apartman rant nedeniyle yıkılma tehlikesi içinde. Romanın sonunda da bir başka olayı hatırlatıyor Değirmenci:

- Madımak Katliamı

*

Sık sık da şarkılara (şarkı sözlerine) başvurmuş. Olaylara bir fon müzik koymuş. 

Kapanışı da şöyle yapmış:

"Bir varmış bir yokmuş, dünya masalmış
Her yolcudan bu handa hoş seda kalmış
Gökten üç elma düşmüş yuvarlanmış
Herkes payına düşen elmayı almış."
Sezen Aksu 

26 Mayıs 2017 Cuma

TANRI ALLAH'IN NERESİNDE?




TANRI ALLAH’IN NERESİNDE?

Murat Tulga Buyruk

2017

Nemesis Kitap

1. Baskı - Ocak 2017

 199 sayfa


Allah’ın yukarıda, göklerde, sevaplarımızın ve günahlarımızın çetelesini tutan, tek bir yaratıcı varlık olmadığını anlatıyor yazar.

Peki Allah ne o zaman?

Bu soruya sanki “içimizde” gibi bir cevap veriyor ama tam anlayamadım o kısmı.

*

Bir sürü başka kısmını da anlayamadım zaten.

Hahut alemi, lahut alemi, ceberut alemi, melekut alemi… Ne diyorsun?

Çok rica edeceğim şu konuları mesela bir kızılderiliye anlatır gibi anlatabilir misiniz? Türkçe bilen bir kızılderiliye. Hiç Allah, peygamber falan duymamış, bilmiyor, öyle birine anlatırmış gibi.

Çünkü bu kitap, temelde Allah, peygamber ve Kuran inancının üstüne bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Diyelim ki bu inançlar yok, nasıl anlayabileceğiz anlattıklarını?

*

Bir miktar hak verdiğim kısım şu:

Hayatı bizim düşündüklerimizin şekillendirdiğini söylüyor. Buna biraz aklım yatıyor. İyi düşün, iyi olsun. “Kendi hayatını yaratıyorsun.” Tamam. Olabilir.

Ama bununla beraber diyor ki; “Allah evrende meydana gelecek en küçük olayları bile bildiği için, onun bilgisi ve iradesi dışında hiçbir şey olmaz.” Sf.110

E hani biz yaratıyorduk hayatımızı? Allah’ın bilgisi ve izni ile oluyorsa biz ne bok yiyoruz çok affedersiniz?

Sinirleniyorum.

Bu konu uzun süredir kafamı kurcalıyor, bir türlü oturtamadım, o yüzden de kafamı duvarlara vuracak kadar sinirleniyorum anlayamadığım için.

*

Ay bir de bazıları diyor ki külli irade, cüzi irade ayrımı vardır da, Allah aslında sana da karar verme alanı bırakmıştır da.

Çok rica edeceğim SAÇMALAMAYIN!

Bir yandan her şeyi bilen Allah’tan bahsederken, öte yandan kendi özgür iradeniz olduğunu söyleyemezsiniz. Kendi özgür iradeniz, vereceğiniz kararı Allah’ın bilmemesi, onun için de sürpriz olması anlamına gelir ki o zaman Allah’ınız o kadar da her şeyi bilmiyordur. Ha ama yok, Allah her şeyi biliyor diyorsanız, özgür iradeniz falan yoktur, Allah’ın kuklasısınızdır.

*

Çıkamıyorum işte içinden.

O yüzden inanmamaya karar verdim. Allah yok, varsa da başka türlü bir şey.

Bu kitap da başka bir türlü bir şey olduğunu söylüyor. Tam mantıklı gibi gelecek, kader konusuna giriyor ve saçmalıyor herkesin bu konuda yaptığı gibi.

Sf.108:

“İnsanın hayatının kendi elinde olması bir yandan rahatlatıcı ama bir yandan da fazla sorumluluk yüklüyor üzerine. Normalde kader böyleymiş deyip, dışımızda bir gücün bize bunu yaşattığını düşünmek, olayları kabullenmek açısından daha kolay geliyor.”

Sf.110:

“Kadere iman Allah’ın evreni ve içindeki varlıkları belirli bir plan, ölçü ve düzene göre yarattığına imandır. Allah’ın ilim, irade ve tekvin (yaratma) sıfatları vardır. O her şeyi bilir ve dilediğini dilediği zaman yaratabilir. İşte kaza ve kadere inanmak, Allah’ın ilim, irade ve yaratma sıfatlarına inanmak demektir.”

Bu ikisi birbiriyle çelişen şeyler değil mi?

Ama Allah, bildiğimiz anlamda Allah değil de yani hiyerarşik olarak yukarıda bir güç değil de bu kitapta anlatılmaya çalışıldığını zannettiğim hepimizin içindeki enerjisel bir şeyse o zaman açık konuş, ALLAH YOK de geç.

Bin yıllık Allah ezberini değiştirmeye çalışıyor yazar. Öyle sanıyorum. Ama aynı isimle onu değiştiremezsin. Başka bir isim vermek gerek o zaman diye düşünüyorum. Çünkü aksi takdirde anlaşılmaz hale geliyor.

*

Bir de yazar her şey akılla anlaşılmaz, bir noktadan sonra iman lazım diyor. YA BİR GİT LÜTFEN. Asıl iman temelinin üstüne akıl yürütmek olmuyor. Ezberler giriyor işin içine çünkü.

*
Allah ezberini değiştirmeye çalıştığı gibi meleklerin de aslında başka türlü olduğunu anlatıyor.

Örneğin Cebrail, akıldır diyor. Sf.189

Yani Kuran’da Allah, melek, cennet, cehennem… gibi kavramların bildiğimiz anlamda olmadığını söylüyor.

Bildiğimiz anlamda;

Sevabımızı, günahımızı yazan, otoriter bir güç olan ALLAH YOK.

Göremediğimiz, hayaletimsi gibi zihnimizde canlandırdığımız anlamda MELEK YOK.

Öldükten sonra gideceğimiz ateşler içinde bir CEHENNEM YOK, huriler içinde bir CENNET YOK.

Hepsi aslında bizde olan şeyler. Allah biziz demiyor gerçi. Onu en son diyen Hallac-ı Mansur öldürülmüştü, bilirsiniz. Ama kitaptan aslında o sonuç çıkıyor.

Melekler de aslında bizim aklımız, ruhumuz, bilmemnemiz.

Cennet ve cehennem de yine bu dünyada, bu bedende yaşadığımız hayatın kendisi.

Ben kitaptan bu sonucu çıkardım.  

*
                 
Off, şu kader konusunu çözemedikçe rahat huzur yok bana.

Bir de niçin yaratıldığımız.

Yazar diyor ki ölüm ötesi aleme hazırlık için buradayız bıdı bıdı. İyi de bu bir neden değil ki! Neden? En başta neden? Neden varız, neden geldik?  Yaratılmak diyor yazar zaman zaman. NİÇİN YARATILDIK? 

Tasavvuf diyor ki Allah “İstedim ki bilineyim.” demiş. Böyle bir Allah olabilir mi? Şan, şöhret peşinde mi Allah?

İhsan Eliaçık diyor ki, nasıl ki iki insan birbirini çok sever (sevişir) ve bu sevgiden yeni bir canlı doğar, Allah’ın bizi yaratması da sevgidendir.

Bu da çok açıklayıcı gerçekten. Şimdi çok mantıklı oldu işte.


LÜTFEN

LÜTFEN

LÜTFEN

AKLA UYGUN BİR CEVABI OLAN SÖYLESİN. “AKLA UYGUN” LÜTFEN. İNANCINIZA GÖRE DEĞİL, AKLINIZA GÖRE BİR CEVAP VERİRSENİZ MÜTEŞEKKİR OLURUM.

Bir de cevabınız her neyse, lütfen aptala anlatıyormuş gibi anlatır mısınız? Analmıyorum ben zart alemi, zurt alemi.

“Ceberrut Alemi’nde sen bir enerji kütlesisin. (…) Her insan Nefsi-Safiye’de dünyaya gelir, sonunda insan Nefsi-Emmare’ye kadar geriler.”

AN LA MI YO RUM.

Kızılderiliye anlatıyormuş gibi, Afrikalı çıplak yerliye anlatıyormuş gibi, Aborjine anlatıyormuş gibi anlatın n’olur.

16 Mayıs 2017 Salı

BİR İDAM MAHKUMUNUN SON GÜNÜ


BİR İDAM MAHKUMUNUN SON GÜNÜ

(Le Dernier Jour D'un Condamne)

Victor Hugo

1829

Fransızca Aslından Çeviren: Volkan Yalçıntoku

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

7. Basım - Ocak 2017

92 sayfa


İdam cezasının kaldırılması için yazılmış bir kitap.

Önsözde "Bu kitap herhangi bir hakime yazılmıştır." diyor.

Hakimin ruhunun derinliklerine inip orada bir insanla karşılaşmayı umuyor.

Bazı idam hikayeleri anlatıyor önsözde. Giyotinle onlarca defa denenmesine rağmen bir türlü kafası bedeninden ayrılamayan mahkumun acısı ve buna seyirci kalan hakim. Bu hakime çok serzenişte bulunuyor yazar. "Arabasının penceresinin arkasında bir adamın katledilişini izlerken ne yapıyordu?" diye soruyor.

Sonra bir idam mahkumunun son günlerini anlatmaya başlıyor.

İdam mahkumunun kendi kaleminden okuyoruz bu kısımları. Annesini, karısını ve kızını düşünüyor. 

Annesi hastaymış. Karısı delirmek üzereymiş. Kızı için daha çok üzülüyor. 

Kendisi idam edildikten sonra onların ne yapacağını, bu durumda tek cezalandırılanın kendisi olmadığını düşünüyor.

Kızıyla son kez görüşmesi ise oldukça dokunaklı. Çünkü kızı onu tanımıyor:

"Ne yazık! Dünyada sadece tek bir varlığı sevmek, onu bütün kalbiyle sevmek ve karşınızda durup size bakar, cevap verir, konuşurken, sizi tanımadığını fark etmek!"

*

Avukatı, idam cezasını kürek cezasına çevirtebileceğini söylüyor. Ama mahkum bunu istemiyor. 

Ölmek kürek cezasından daha iyidir diye düşünüyor. Fakat idam anı yaklaşınca fikri değişiyor:

"Çabuk avukatımı çağırın! Kürek mahkumu olmak istiyorum. Bir kürek mahkumu yürür, gider gelir, güneşi görmeye devam eder."

*

Anbean hissettiriyor kitap idam mahkumunun nasıl duygular içinde olduğunu.

*

Kitapta önsözden sonra kitabın basımının ardından gelen tepkilere  yer verilmiş. Sinir bozucu, iğrenç, berbat bulunmuş.

O dönem kimileri bunun bir İngiliz, kimileri de bir Amerikan kitabı olduğunu iddia etmiş. Dış güçler hezeyanı Fransa diyarlarında da varmış demek ki.

*

Victor Hugo'nun 1800'lerde kaldırılması gerektiğini savunduğu idamın 2017 itibariyle olması gerektiğini düşünenlerle birlikte yaşıyoruz.


GÜLİSTAN


GÜLİSTAN

Sadi

1258

İskele Yayıncılık

1. Baskı - 2007

272 sayfa


Çeşitli öğütler içeren onlarca (belki yüzlerce, bilmiyorum, saymadım) öykü içeren bir kitap.

*

Padişahların alışkanlıkları ile ilgili halka verdiği öğütler genel olarak padişahlardan uzak durulması noktasında. Çünkü padişahlar hemen gaza geliyor, çabuk öfkeleniyor, onun yanında çalışıp kelle koltukta yaşayacağına, başka bir işte çalış, diyor.

*

Onun dışında aza tamah et, iyilik yap iyilik bul tarzında öğütler içeriyor ama epey rahatsız edici olanlar da var. İnsan değilmiş gibi bahsedilen cariyeler, köleler, Yahudiler...gibi.

*

Aşk ile ilgili öyküler de çok kıskançlık içerikli. Bir de ilk defa duyduğum bir laf var. "Genç bir kadının yanında pir yatmasındansa tir (ok) yatması daha iyidir." (Genç kadınların yaşlı adamlarla evlenmemesi gerektiği üzerine.)

*

Pek etkileyici olduğunu düşünmüyorum içeriğindeki öykülerin.

Örneğin;

"Büyüklerden birinin karnında kötü halde gaz dolaşmaya başladı, tutamadı, elinde olmaksızın yellendi.

Özür dilemek için şöyle dedi:

- Dostlar, bu iş istencim dışında gerçekleştiği için günaha girmedim. Size de bir zarar gelmedi. Bununla birlikte bu gazın çıkmasıyla rahatladım. Ümit ederim ki incelik gösterir, beni bağışlarsınız.
Ey bilge adam! Karın yelin hapishanesidir. Akıllı kimse onu bağlı tutmaz. Karnında yel kıvrılınca salıver, çünkü karnındaki yel, gönüle yüktür." sf.97

Yani diyor ki osuracağın varsa osur, tutma kendini.

Ha ama belki bunda başka hikmetler vardır. 

Ben öyle hikmetleri göremiyorum, bana bam bam bam olunmalı, yoksa anlamıyorum.

*

Şu öğüt de mesela bana pek akıl karı gelmedi:

"Büyük bir gereksinim içinde kalırsan sıkıntıya düşme, düşmanların derisini, dostların kürkünü soy!" 
sf.80

*

Beydeba tarafından yazılan Kelile ve Dimne'de de hemen gaza gelen, öfkesine yenik düşüp sonradan pişman olacağı kararlar veren gerzomat padişahlar vardı. Onlardan burada da var.

Anlatayım:

"Padişahın birine bir Çinli cariye getirmişlerdi. Bir sarhoşluk sırasında ona yaklaşmak istedi. Kız teslim olmadı. Padişah kızdı. Cariyeyi siyah bir kölesine armağan etti.(...) 

Anlattılar ki Arap nefsine hakim olamaz ve kızın bekaretini bozar. Sabah olunca ayılan padişah cariyeyi arar, bulamaz. Akşam olunca olan biteni padişaha anlatırlar. Padişah kızar. Arapla cariyeyi sağlamca bağlayıp kaleden aşağı atmalarını buyurur.

İyi huylu vezirlerden biri saygısını sunarak huzura çıkar ve der ki:

- Padişahım, diğer hizmetkar kullarınız sizin bağışlayıcılığınıza alışık oldukları için Arap'ın bu konuda suçu yoktur.

Padişah sorar:

-Bir gece sabrederek dokunmasaydı ne olurdu?

Vezir yanıt verir:

-Susuzluktan yanmış tutuşmuş bir kimse yaşam çeşmesine eriştiği zaman sanma ki kükremiş filden korkar. 

Bu söz padişahın hoşuna gider:

- Arap'ı sana bağışladım ama cariyeyi ne yapayım, diye sorar.

Vezir yanıt verir:

- Cariyeyi Arap'a bağışlayın ki onun artığı ona yaraşır." sf.63

Sen kime artık diyorsun deyyus? Ruh hastası padişahınla cariye dediğiniz kızcağızın hayatına sıçmaya ne hakkınız var denyolar?

*

Böyle salak sulak hikayeler çok affedersiniz. 

KELİLE VE DİMNE


KELİLE VE DİMNE

(Pança Tantra)

Beydeba

M.Ö.1.yy

İskele Yayıncılık

1. Baskı - 2011

380 sayfa


Öykü içinde öykü içinde öykü içinde öykü içinde öykü içinde öykü içinde öykü içinde öykü içinde öykü içinde öykü içinde öykü... 

Inception bu.

*

Hint filozof Beydeba, dönemin Hint hükümdarı Debşelem'e öğütler içeren bu kitabı hazırlamış.

Kitapta Kelile ve Dimne adında iki çakal var. Ancak onlara gelene kadar bir sürü başka hayvanlı hikaye var. Fabl yani.

*

Hikaye Çin hükümdarı ve veziri arasında başlıyor.

Vezir, adaletli yönetim uygulayanlar olarak Hindistan padişahı Debşelem'i ve filozof Beydeba'yı örnek veriyor. Çin hükümdarı da vezirinden Debşelem ve Beydeba'yı anlatmasını istiyor.

*
Buradan Debşelem'in hikayesine geçiyor kitap.

Debşelem, bir gün rüyasında yola çıkma çağrısı almış. Bir yerde bir hazine varmış, onu bulmalıymış. 

Debşelem rüyasını takip ediyor ve hazineyi buluyor. 

Hazineden eski bir hükümdarın vasiyeti çıkıyor. 

Vasiyette Debşelem'in bir takım öğütler içeren hikayeleri bulmak için Serendip Dağı'na gitmesi gerektiği yazıyor.

Debşelem gidip gitmemeyi vezirlerine soruyor.

Ve sonu gelmez öykü içinde öyküler başlıyor.

*

Öyküde bir öğüt veriliyor. Sonra o öğüdün sahibi diyor ki:"Bunu sana bir hikaye ile anlatayım."

Anlattığı hikayedeki öğüt veren de yine "Bunu sana bir hikaye ile anlatayım." diyor.

O hikayedeki de, onun anlattığındaki de...

Sonuçta kayboluyorsunuz.

Hani bazı filmlerde karakter uykuya dalar, rüyasını izleriz, izlediğimizin karakterin rüyası olduğunu bir süre sonra unuturuz ya. Onun gibi bir şey. Başı kaçabiliyor bu hikayelere dalarken.

*

Neticede hikayelerde dedikoduculara inanmamak, adaletli olmak, aceleci olmamak, görünüşe aldanmamak... gibi tavsiyeler var.

*

Yalnız bu tavsiyelerin anlatıldığı öykülerdeki padişahlar mal. 

Gerçekten.

Sürekli kızgınlıkla yanlış kararlar veriyorlar. Hemen gaza geliyorlar, öfkelerine yeniliyorlar.

Mesela, birinin öldürülmesi emrini veriyor padişah. Öldürüyorlar o kişiyi. Sonra padişah pişman oluyor. "Niye öldürdünüz? Niye dediğimi hemen yaptınız?" diye kızıyor öldürenlere.

Bazen de bazı akıllı vezir ve cellatlar, padişahın sonra pişman olacağını sezip öldürme emrini yerine getirmiyor, kişiyi saklıyorlar, ama padişaha öldürdük diyorlar. Sonra padişah gerçekten de pişman oluyor. Vezir ve/veya cellat "Öldürmemiştik zaten padişahım" diye çıkartıyorlar o kişiyi. Padişah önce seviniyor, sonra kızıyor, "Neden emrimi yerine getirmediniz, beni kandırdınız?" diye.

Böyle manyak padişahlar.

Evlerden ırak.

PRENS



PRENS

(IL PRINCIPE)

Niccolo Machiavelli

1532

Fransızcadan çeviri: İlhan Erşanlı

Alter Yayıncılık

1. Baskı - 2009

103 sayfa

Makyavelizm, amaç için her yolu mübah gören bir politika gibi görülüyor.

Haklılık payı da var böyle düşünülmesinin.

Zira özetlersek;  insanlar genel olarak kötüdür, devletin yüksek menfaatleri için suç işlemek ahlakidir, temel amaç devleti yaşatmaktır... gibi görüşleri var.

*

Kitap, Machiavelli'nin bir prense hediyesi. 

"Muhteşem Lorenzo Piero De'Medici'ye" diye başladığı kitapta  "sürekli okumalarımdan edindiğim bilgilerden daha değerli bir şey bulamadım." diyerek topladığı bilgileri sunuyor.

*

Bu bilgiler kapsamında;

Örneğin yeni bir toprağın fethinde;

Eğer ele geçirilen toprakta aynı dil konuşuluyorsa eski prenslerin kanını akıtmak ve kanun ile vergilerde değişiklik yapmamak gerektiğini söylüyor. Böylece yeni ele geçirilen devlet, eskilerle birlikte hızlı şekilde birleşirmiş.

Farklı dil konuşuluyorsa bu devleti ele geçirmenin en iyi yolu prensin bizzat oraya yerleşmesiymiş. İnsanlar kendilerinin danışacakları prensin hep hazır olmasından hoşnut olur ve düşmanlar bu devlete prensi oradan atmak zor olacağı için saldırmazmış.

*

Devletin sıkıntılarını henüz büyümeden keşfetmek gerektiğinden bahsediyor.

*

Türklerle ilgili de değerlendirmeleri var. (Ver mehteri)

"Türk'ün topraklarının işgali zor fakat bir kez kazandıktan sonra elde tutmak kolaydır." sf.20

"Her kim ki Türk'e saldıracaksa karşısında birlik halindeki insanları bulacağını bilmelidir." sf.20

*

Sade bir insanın prens olabilmesini şu koşullara bağlıyor Machiavelli:

1- Talih 

2- Beceri 

3- Kötülük ve güç 

4- Yurttaşların lütfu

Sonra bunları tek tek irdeliyor. Bu koşullar tek başına yeterli olabilir bir insanı prens yapmak için ama her birinin avantajları olduğu gibi dezavantajları da olduğunu anlatıyor. En iyisi hepsinden bir miktar olması.

*

Diğer bir takım değerlendirmeleri de şöyle:

"Tüm zarar bir seferde verilmelidir ki zararı daha az duyulsun. Oysa iyilikler, daha çok hoşa gitmesi için azar azar verilmelidir." sf.38

"Bilge bir prens, insanları, devlete ve kendine muhtaç olacak şekilde tasarlamalıdır." sf.42

"Tüm devletlerin esas temeli iyi yasalar ve iyi ordulardır." sf.48

"Prens tarih okumalı, büyük savaşçıların savaş sırasında nasıl davrandıklarını incelemelidir." sf.59

"Bilge bir prens cimri olarak anılmaktan kaçınmamalıdır. Çünkü cömertlik daha çok para için daha çok vergi yükü getirebilir.Cömertlik halktan harcamaktır." 

"Bir prens halkının birliğini ve huzurunu korumak için yaptığı şeylerden dolayı zalimlikle suçlanmaya aldırmamalıdır." sf.65

"Korkulmak sevilmekten daha iyi ve güvenlidir." sf.66

"Bir prens sözünü tuttuğunda zarar görecekse sözünü tutmayabilir."

Kimisi kulağa sert ve sevimsiz geliyor.

Ama ben açıkçası çok da haksız bulmuyorum.

Kitabı okuduktan sonra aklıma şu sözümüz geldi: "Deveye diken, insana s.ken yaranır." 
Üzgünüm ama bence Machiavelli de dost meclislerinde tam olarak böyle söylüyordu.