31 Mart 2018 Cumartesi

KALP AĞRISI



KALP AĞRISI

Halide Edip Adıvar

1924

Can Sanat Yayınları

E-Kitap 1.sürüm Ocak 2014

213 sayfa


Bitiremedim.

Daral geldi.

Çünkü içinde aldatmaç var. Sevmiyorum böyle şeyleri. Aslında yine de sonuna kadar okurdum ama artık hiç kaldıramıyorum.

*

Zeyno ile Saffet nişanlılar. Aynı zamanda iyi dostlar.

Fakat Zeyno, akrabası Azize’nin yeğeni Hasan’a aşık oluyor. Hasan da ona. Ne var ki Azize de Hasan’ı seviyor ve herkes Azize ile Hasan’ın evleneceğini sanıyor.

Azize, Hasan’ın kendisini sevmediğini, hayatında başka bir kadın olduğunu düşünüp intihara kalkışıyor.

Zeyno da bu nedenle Hasan’a rest çekiyor ve Hasan, Azize ile evleniyor.

Yurt dışına gidiyor Azize ve Hasan, Azize’nin sağlığı için. Ancak Hasan orada da başka bir kadınla Azize’yi aldatıyor. Azize anlayınca da bir de üste çıkmaya çalışıyor salak salak.

Üff geri zekalı.

İşte ondan sonra okuyamadım.



21 Mart 2018 Çarşamba

ALIKLAR BİRLİĞİ



ALIKLAR BİRLİĞİ

(A Confederacy Dunces)

John Kennedy Toole

1980

Çeviren: Püren Özgören

Kırmızı Kedi Yayınları 

1.Basım – Şubat 2014

350 Sayfa


Öncelikle şu bilgiyi vereyim;


Yazarın bu kitabı yayınevleri tarafından reddedilmiş. Yazar 32 yaşında intihar etmiş. Onun ölümünün ardından annesi bu kitabı yayınevine bastırmayı başarmış. Ve kitap 1981 Pulitzer Roman Ödülü’nü kazanmış. Yazar ise görememiş tabii.

Böyle şeyler beni üzer.

*

Kitapta Ignatius J Reilly’nin onca eğitimine rağmen düzgün bir işinin olmaması, ilerleyen yaşına rağmen annesiyle yaşıyor olması ve bunları pek de dert etmemesi anlatılıyor.

Ben annesine üzüldüm. Ignatius’a da üzüldüm. Ama Ignatius kendi dünyasında acınacak bir halde görmüyor kendisini. Paraya ihtiyaçları olduğu halde iş beğenmez bir tutumu, kendisini epey yüksekte gören bir hali var. İnsanın kendisine böyle bir değer biçmesi güzel tabii ama dışarıdan biçilen değer bu olmayınca tatsızlıklar olabiliyor. Nitekim Ignatius’un hayatında da tatsızlık eksik olmuyor.

Hatta bazen başkalarının da başını yakıyor.

Çalıştığı bir pantolon firmasında, firma patronun ağzından bir mektup yazıyor ve patron zor durumda kalıyor örneğin.

Bu patronun karısı da ayrı manyak. Freud özentisi. Şirkette çalışan ve tek isteği emekli edilmek olan yaşlı kadını, kadın kendisini değersiz hissetmesin diye emekli ettirmiyor. 

*

Yalanlar söylüyor Ignatius ama yalan gibi de değil, çünkü kötü bir niyeti de yok.

*
Sonunda kendisi gibi manyak kız arkadaşı Myrna Minkoff ile gidiyorlar da mutlu olacaklarını umuyorum.


6 Mart 2018 Salı

HUKUK



HUKUK

(La Loi)

Frederic Bastiat

1850

İngilizceden Çevirenler: Yıldıray Arsan , Atilla Yayla

Liberte Yayınları

6. Baskı – Ağustos 2017

77 sayfa


Bastiat, sosyalizme vermiş veriştirmiş. Savunanlara da lafını hiç sakınmamış.

“Bilinçsiz hayranları, ‘Bunu Montesquieu söylediyse mutlaka doğru ve harika bir şeydir’ diyebilirler.” Sf.48

“Bu konuda anlı şanlı Rousseau acaba neler söylemiş?” sf.49

*

Fransız iktisatçı, devlet adamı ve gazeteci olan Frederic Bastiat, Karl Marx ile aynı dönemde yaşadığı halde ve üstelik Marx’ın aksine gelecekle ilgili tahminleri doğru çıkmış olmasına rağmen pek bilinmiyor. Bu bilgiyi önsözde okudum. Edison ile Tesla gibi yani, hakkı teslim edilmemiş birisi.

*

Bastiat sosyalizme karşı çok sert ve bu konuda çok net.

“Eğer güçlü bir millet olarak kalmak istiyorsanız, mevzuatımıza sızmış her sosyalizm partikülünü söküp çıkarmakla işe başlamalısınız.” Sf.28

Bastiat diyor ki, hukuk örgütlenmiş adalettir.

“Mademki hukukun güç kullanarak organize edebileceği tek şey adalettir, o halde işgücü, sosyal yardım, tarım, ticaret, endüstri, eğitim, sanat ve din gibi insan faaliyetlerini organize etmeye yönelik güç kullanma düşüncesini meşrulaştırmak mümkün değildir. Bu faaliyetlerden herhangi birinin yasayla düzenlenmesi ve örgütlenmesi, zorunlu olarak temel örgütün yani adaletin tahrip edilmesine yol açar.” Sf.31

“Güç kullanma yoluyla insanlara işgücünün istihdamını eğitimin konu ve yönetimini veya dinsel bir inanç ve itikadı zorla dayatmaya kalktığı andan itibaren hukuk müdahaleci bir eyleme dönüşür.(…) Artık düşünme melekesini kullanma zorunluluğu da kalmadığından halk, beşeri özelliklerini, kişiliğini ve mülkiyetini de yitirmiştir.” Sf.35

Anladığım kadarıyla adam diyor ki kanun koyucu öyle her ota bota da karışmasın. İnsanları özgür bıraksın. 

“İnsanlara özgürlük tanımanın tekin bir yol olmadığı doğruysa, kendileri de insanlık aleminin birer üyesi olan siyasi organizatörlerin kusurlu olmalarını önleyen şey acaba nedir?” sf.66

Hiç!

“Hukukun bilincimize, fikirlerimize, tercihlerimize, eğitimimize, işimize, ticaretimize, yeteneklerimize karışmak ve düzenlemek gibi bir fonksiyonu yoktur. Hukukun görevi, bu hakların özgürce kullanımı sağlamak ve herhangi bir kişinin, başka kişilerin bu hakları özgürce kullanımına müdahale etmesini engellemektir.” Sf.70

“Bu misyonun sınırını aşıp ona dinsel, kardeşlikçi, sosyal adaletçi, hayırsever, eşitlikçi, sınai, edebi ve sanatsal boyutlar eklemeye çalıştığımız takdirde sınırları belirsiz bir arazide kaybolur, her biri hukuku ele geçirerek size dayatan bir ütopya veya daha kötüsü ütopyalar bataklığında boğulursunuz. Adaletin aksine, kardeşlik ve hayırseverlik kavramlarının açık ve kesin sınırları yoktur. Bir kere bu hedeflere yönelmeye görün, nerede duracağınızı kestiremezsiniz.” Sf.71

İstikrarlı bir hükümeti, organize gücünü sadece adaletsizliği önlemeye yönelten hükümet olarak tanımlayıp böyle bir rejimde hiçbir devrim, isyan ve başkaldırı olmayacağını iddia ediyor.

Gayet mantıklı şeyler söylemiş, üstelik de çat çat çat diye.


YÜRÜMENİN FELSEFESİ



YÜRÜMENİN FELSEFESİ

(Marcher, une philosophie)

Frederic Gros

2009

Türkçesi: Albina Ulutaşlı

Kolektif Kitap

7. Baskı – Ocak 2018

191 sayfa


Çok da sevdalısı değilim ama yürümeyi severim.

Esasen trafiği sevmediğim için yürümeyi tercih ederim mümkünse.

Kitapta örnekleri verildiği gibi 1700-1800’lü yılların kırlarında olsam belki mecburiyetten değil, içimden gelerek severdim.

*

“Yürümek spor değildir.” diyerek başlıyor kitap. Bir ayağı diğerinin önüne atmak, hepsi bu.

Yürümenin faydalarından bahsediyor.

“Erteleme özgürlüğü sunar. Şöyle bir dolaşmaya çıkmak bile endişelerin ağırlığını hafifletmeyi, işleri bir süreliğine unutmayı sağlar.” Sf.11

Yalnız mı yürümek lazım, birlikte mi? İkisinin de yeri ayrı diyor.

Yürümek her zaman amaçsızca takılmak anlamına gelmez. Bir amacı ve belirli kuralları olan Hac yolculuğu örneğin.

Tarihi yürüyüşler ya da, örneğin Gandi’nin 1930 tuz yürüyüşü.

Kırda yürümek başka, kentte başka. “Kentte yürümek, kesintili ve düzensiz bir ritim gerektirdiğinden, doğada uzun yürüyüşler yapmaya aşık olanlar için işkencedir.” Sf.153

Nietzche, Rimbaud, Rousseau, Henry David Thoreau, Kant...gibi yürüyüş yaparak çalışan ve yaşayan isimlerin hayatından ve yürüyüşün hayatlarında kapladığı yerden bahsediyor.

“Yürümek kafayı boşaltır.” deniyor. “Akşam olduğunda düşünmeye hemen hiç ihtiyaç duymazsınız.” Sf.91

Yoooo.

Benim yürüyüş yaparken kafam boşalmadığı gibi dünya kadar dertle tasayla doluyor. Akşam da düşünmeye devam ediyorum. Ben de mi bir bozukluk var acaba?


SPINOZA'NIN SEVİNCİ NEREDEN GELİYOR?



SPINOZA’NIN SEVİNCİ NEREDEN GELİYOR?

Reddedilemeyecek Bir Felsefi Teklif

Çetin Balanuye

2016

Ayrıntı Yayınları

3. Basım – Aralık 2017

160 sayfa


Bir çırpıda bitirdim.

Aslında önce Spinoza’nın Ethica adlı eserini okumak, sonra üzerine cila olarak bunu okumak daha iyi olabilirdi belki ama neyse böyle de iyi oldu.

*

Kitap sevinç duygusunun geldiği gibi kaybolup gitmesi yerine onu kalıcı kılmayı sorgulamış. Sevinç duymakla yetinmeyip sevince dönüşmeyi anlatmış.

Böyle bakınca “kendine yardım” kitapları gibi gözükebilir ama değil.

İşte bu konuları didik didik inceleyen Benedictus Spinoza’nın görüşünü didik didik incelemiş yazar.

*

Dünya görüşlerimizin temelini oluşturan varsayımlar var. Spinoza sevinç düşmanı bu varsayımları (din, günah korkusu…vb) tek tek ortaya çıkarmış ve onları sevinçli başka varsayımlarla değiştirme yoluna gitmiş.

*

Yazar kendi başına gelen bir olayı anlatmış. Ellerinde siğiller varmış. Babası ellerine dokunup dua etmiş, ertesi gün siğiller geçmiş.

Mucize gibi gözüküyor olabilir ama esasen olan plasebo etkisi.

“İyileşeceğine yönelik güçlü bir inanç ve beklentinin geliştiği bazı vakalarda, hastanın durumunda tıbbi müdahalenin marifeti olmayan bir iyileşme ortaya çıkabilmektedir.” Sf.28

Örneğin; İkinci Dünya Savaşı’nda yaralanan askerlere artık verecek morfin kalmayınca doktorlar morfin diye tuzlu su vermişler. Onu morfin sanan yaralı askerlerde iyileşme gözlenmiş.

Yazar için de benzer bir şey olmuş, ama altında tıbbi açıklaması da var:

Ödül beklentisi içinde olduğumuz her durumda (örneğin, iyileşme beklentisinde) beynin dopamin salgılamaktan sorumlu bölümü etkinleşiyor, artan dopamin salgısı bağışıklık sisteminde yer alan beyaz kan hücrelerini baskılıyor, zamanla beyaz kan hücreleri azalıyor ve siğil denilen tümör dokuları kayboluyor.

İskender de bir savaşta savaşı kaybedeceğini düşünüp umutsuzluğa kapılmış. Uykusunda gördüğü rüyayı bir yorumcuya yorumlatmış. Rüya yorumcusu savaşı kazanacağını söylemiş ve İskender gerçekten savaşı kazanmış. Yani “sevinçli motivasyon”

“Elimizden en sık tutan duygu keder ise şayet, onunla el ele gideceğimiz yolun sonunda, bizi yenilgiden başkası bekliyor olamaz. Oysa sevinç ve coşku, hemen her zafer yolunda atılmış en doğru ilk adımdır.” Sf.99

*

Kendimizi zihin ve beden diye ayırmamamız gerektiğini söylüyor Spinoza. “Ona göre gerçekliğin ‘düşünce’ ve ‘madde’ diye birbirinden tümüyle farklı iki kaynağı yoktur. Doğa/Tanrı, olmakta olan ne varsa onun ‘tek’ kaynağıdır ve sonlu varlıklar bu tek kaynağı türlü biçimlerde kavrayabilirler. Bu farklı kavrama biçimlerinden biri ‘zihinsel’ yani düşünce yoluyla gerçekleştirilen soyut, cisimsiz ya da tinsel bir kavrayıştır. Diğer kavrayış biçimi ise ‘maddi’ yani fiziksel yollardan gerçekleştirilen, somut, cisimli ya da bedenli bir kavrayıştır.” Sf.43

Ayrıca Tanrı ve doğayı da ayırmıyor Spinoza. İkisini bir görüyor.

Tanrı’yı da aşkıncı bir yaklaşımla bütün evreni ve varlıkları aşan, en üstte görmüyor.

*

Benim için en civcivli konu: Özgür irade.

Spinoza’ya göre özgür irade sahibi değiliz. Tanrı/Doğa da değil. Tanrı/Doğa kendi zorunluluklarını yerine getiriyor. İnsan da başka bedenlerle (başka bir insan olabilir, hayvan olabilir, bitki olabilir…vb) karşılaşıyor ve onlardan etkileniyor.

Özgür irade şöyle tanımlanıyor kitapta: “Bir varlığın eylemlerindeki ilk, tek ve belirleyici nedenin kendisi olması” sf.59

Örneğin;

A ve B adında iki farklı birey olduğunu düşünelim. A, B’yi itiyor. B düşüyor. B’nin düşmesi özgür iradesi ile olmadı diyebiliriz rahatlıkla. Çünkü eylemi gözlemledik.

A, B’ye oyunu X Partisi’ne vermesi içn propoganda yaptığında ve B oyunu X Partisi’ne verdiğinde ise bunun özgür iradesiyle olduğu zannına kapılıyoruz. Halbuki yooo.

Yazar da diyor ki: “Gözlemlenemez etkileşimlerin sonucu olan gözlemlenebilir eylemlerimize özgür iradenin bir seçimi diyoruz.” Sf.60

Kendi seçimimiz olmayan pek çok davranışımızı kendi seçimimiz sanarak davranışımıza gerekçeler uyduruyoruz.

Deneyler yapılmış. Örneğin bir hastanın başına, rızasını alarak elektrotlar yerleştirilmiş. Uzaktan kumanda ile gönderilen sinyaller sayesinde hastanın başını oynatması sağlanmış. Hasta, başını neden çevirdiği sorulduğunda “Bir ses duydum.”, “Yatağın altına bakacaktım.” gibi şeyler söylüyormuş. “Yorumcu beyin” deniyormuş buna.

Yani zihnimiz bize sürekli hikaye anlatıyor. En büyük hikaye de özgür irade olabilir.

(Bu konuda bir kitap için Bkz: Incognito

Seçimlerimizin patronu olmadığımız gerçeğiyle yüzleşmek Spinozacı bir sevinç olabilir.

*

Spinoza’ya göre yanılsamalarımızdan özgürleşmemiz gerekir. Örneğin insan olarak kollarını kanatmış gibi kullanıp uçamayacağını bilirsen uçamıyorum diye üzülmezsin.

*

Evrenin eşsiz bir tasarım olduğu ile ilgili olarak da yoo yok öyle bir şey deniyor. Çünkü “Bu evreni tam olarak neyle kıyaslayarak onun kusursuz bir düzene sahip olduğunu söyleyebiliriz?” sf.82

Bu konuda bir kitap için Bkz: Tanrı Yanılgısı

*

Mutluluğa ulaşmak/ilerlemek gibi kavramların evrende olmadığını anlatıyor kitap.”Evrende hiçbir varlık tekrar eden (yinelenen) devinimler dışında hep ileriye denecek türde bir ulaşma çabası içinde değildir. Ne rüzgarın, ne yağmurun, ne sincapların ne de her mevsim bir oraya, bir yeniden buraya göç eden kuşların özel bir ulaşma ereği vardır: Var-kalmak için çabalamanın sıradan hali! Yaşama direncinin gerektirdiği zorunlu yer değiştirmeler…Varlıklar arasında yalnız biz kederli insan varlıkları, ‘ulaşmak’tan ‘ilerleme’yi anlarız.” Sf.88

Var kalmak için örneğin okul bitiren, ayrıca yabancı dil öğrenen bir kişi, diğer yanda okul bitiren ayrıca iki yabancı dil öğrenen bir kişi. İkincisi daha etkin bir güce dönüşmüş ve bu açıdan var kalma çabasını güçlendirmiş. Var kalma çabamızı çeşitlendirerek sevinçli duygularımızı arttırırmışız. Aynı zamanda etkileme gücümüz de artarmış.

*

Peki toplum içinde nasıl sevinçli, erdemli kalacağız? Spinoza'nın nasıl sorusuna verdiği yanıt şöyle:

1- Doğa/Tanrı’ya karşı sevgi, olumlama ve merak tavrını olabildiğince çoğalt.

2- Bu tavrın insanlar arasında olabildiğince yayılması için etkide bulun.

3- Etkide bulunmanın en iyi yolunun, her insanın kendi karşılaşmalarına taraf olan tekil şeyleri akılları yettiğince bilmelerine ve eyleme güçlerini artırmalarına olanak verecek bir toplumsal özgürlük için çalış.


4 Mart 2018 Pazar

SOFIE'NİN DÜNYASI



SOFIE’NİN DÜNYASI

Felsefe tarihi üzerine bir roman

(Sofies verden)

Jostein Gaarder

1991

Pan Yayıncılık

Türkçesi: Sabir Yücesoy

49. Basım - Ocak 2018

591 sayfa

Bu kitabı ilk olarak lisede okumuştum.

Ama tamamen unutmuşum. Yeniden elime geçti, merak edip okudum tekrar. Ne kadar güzelmiş, çok beğendim.

*

Sofie 15 yaşında bir kız.

Bir gün posta kutusuna kim olduğunu bilmediği birinden esrarengiz mektuplar gelir. Mektuplar felsefe tarihi ile ilgilidir. Mektupları yazan adam Sofie’ye felsefe dersi vermektedir.

Nihayet Sofie ve felsefe hocası bir araya gelirler.

Felsefe dersleri  devam eder, bir yandan da ikisinin içinde bulunduğu dünyada tuhaf şeyler olur. Bir adam, kızına Sofie aracılığıyla mektuplar yollar, kızının doğum gününü kutlar.

Anlaşılır ki Birleşmiş Milletler için çalışan bu baba, kızının doğum günü için Sofie ve felsefe hocasının içinde bulunduğu bir roman yazmıştır.

Yani Sofie ve hocası aslında roman karakteridirler. Fakat bunu kabul etmezler. Romanın dışına çıkıp başka bir evrene geçerler.

*

Felsefe ile ilgilenmeyi düşünenler için gayet keyifli bir başlangıç.

Bu meyanda keyifli bir başka kitap için bakınız: Felsefenin Kısa Tarihi